Merhaba, bugün açılan o 'duy sesimi' başlığıyla gaza gelerek ben de size okuyunca 'vay anasını daha neler? filmler gerçek olabiliyormuş' demek ki diyeceğiniz bir şey anlatmak istedim. bunlara ilk başta inanmak istemeyebilirsiniz, ama emin olun ki eksiği var fazlası yok diyebilirim. hani okurken 'tamam ya daha kötü ne olabilir ki? burada bitiyor' herhalde diyebilirsiniz fakat öyle olmayacak. son durak filmi vardı ya, onun gibi. sıra sıra geliyor felâketler. bir insan en korkunç ne yaşayabilir? sorusunun cevabını öğrenmeye hazırsanız başlayın. değilseniz hazır olunca gelin.
bundan birkaç yıl önce... üniversiteyi kazanmıştım. bolu'ya gidecektim. hayatımda ilk kez şehir dışına çıkacağım için ayrı; üniversiteli olacağım için ayrı heyecanlıydım.
neyse burayı kısa keseyim. her şeyimi hazırladım, ailemle ve çevremle vedalaştım, içim içime sığmıyordu. o gün gelip çattı, otogardan hareket eden otobüse binip bolu'nun yolunu tuttum.
yurda alışmam fazla uzun sürmedi. ilk birkaç hafta her şey yolundaydı. oda arkadaşlarımla da hemen anlaşmaya başlamıştım.
nasıl geçtiğini anlamadan bahar dönemi oldu. güz dönemindeki derslerim fena sayılmazdı. hatta biraz inek bir öğrenci gibiydim. bahar döneminde birkaç arkadaşımla beraber ayrı eve çıkmaya karar verdik. çıktık da, ayrı ev bizi sarmıştı. böyle daha eğlenceliydi, akşamları evde kız kıza uzun uzun sohbet ediyor; farklı bölümlerde okusak da derslere birbirimizi motive ediyorduk.
neyse bir gün ev arkadaşlarımdan selin isimli bir kız 'bu akşam kafamı dağıtmak için bara gideceğim, gelmek ister misin?' dedi.
başta biraz afalladım. zaten böyle şeylere karşı mesafeli bir ailede büyüdüğüm için ben de öyleydim. kibarca reddetmeye hazırlanırken 'ya lütfen beni kırma, yalnız gitmek istemiyorum. birkaç kişiye daha sordum ama işleri varmış, gelemeyeceklermiş. seni kendime yakın hissettiğim için sana da söylemek istedim. içki içmeyiz merak etme, sadece biraz kendi başımıza dans edip geri döneriz. istersen sen bir şey yapmak zorunda değilsin' dedi.
fakat ikna olmadım. içimde bir sıkıntı vardı. 'kusura bakma lütfen yanlış anlama fakat benim de işim var, bahar döneminin ilk sınavları yaklaşıyor.' dedim. daha fazla bahane uydurmama izin vermedi ve;
'tamam bara gitmeyelim, sinemaya gidip yemek yiyelim olmaz mı? amaç kafa dağıtmak, bar falan saçma oldu özür dilerim.' dedi.
ısrarlarına dayanamadım ve 'alt tarafı sinema ve yemek, ne zararı olabilir ki?' diye düşünüp kabul ettim.
o hafta vizyondaki filmlere bakıp yurdun yakınındaki bir avm'de yer alan sinema salonunda yerimizi ayırdık. internetten biletimizi aldık.
akşam oldu, biz beraber evden çıktık. sinemada beni büyük bir sürprizin beklediğinden habersizdim.
sinemaya gittik, film bitti. çıkışta bir hamburger yeyip dönecektik güyâ. ama çıktığımızda bizi iki adamın beklediğini gördük.
tüm tezgâhı kuranın selin olduğunu sonradan öğrenecektim.
selin adamları görünce hiç şaşırmadı, onları bekliyor gibiydi. ben tabii ki şok olmuştum. 'selin bunlar kim?' demeye kalmadan selin; 'yaa ne tesadüf sizinle burada karşılaşmak, biz de yemek yemeye gidecektik, gelsenize' dedi. anlayacağınız safa yattı.
benim içime bir kurt düştü ve acayip gerildim. 'nereden geldim ben buraya' diye kendi kendime kızarken eve gidince selin'e nasıl posta koyacağımın hayalini kuruyordum.
bu kadar strese girmemin sebebi sanırım biraz da izlediğimiz korku filminin etkisinden kaynaklanıyordu. bir kadına âşık olan bir seri katilin hikâyesini izlemiştik. adam kadın için gözünü kırpmadan birilerini öldürüyor ve bunu aşk için yapıyordu. neyse zaten dediğim gibi mütedeyyin bir ailede büyümüştüm ve lise ortamında da erkeklerle samimi olan biri değildim. geldiğimden beri üniversitede de aynı tutumumu sürdürüyordum.
beraber bir şeyler yedik. tam kalkacakken selin adamlardan birine kaş-göz yaptı. o an içimdeki korku iyice belirginleşti ve artık bu aptal kızın bir şeyler karıştırdığından emin oldum!
adam ve selin bir anda kalktılar. öteki adamla ben masada oturuyorduk. 'nereye selin?' demeye kalmadan selin, 'tatlım biz sigara içip hemen geliyoruz' dedi. ben tam kalkmıştım ki selin 'dur ya nereye kalkıyorsun 5 dakika içinde geliyoruz beraber gideriz eve tek başıma mı geleyim bu karanlıkta?' dedi ve çantasını bıraktı.
ben de mecbur oturdum. onlar gitti, aradan 5 dakika geçti ve selin gelmedi. onu aradım, telefonu kapalıydı. ben renk vermemeye çalıştım ve 'kalkayım ben, size iyi akşamlar' diye bir şeyler gevelerken adam kolumdan tuttu.
'sanırım bizim gelmemizden rahatsız oldunuz. ama inanın burada olduğunuzdan haberimiz yoktu. tamamen tesadüf, size sıkıntı verdiysek hem kendi adıma hem de arkadaşımın adına özür dilerim' dedi. bu sözler karşısında gereksiz panik yapıyormuşum gibi bir hisse kapıldım. adam, 'isterseniz size bir taksi çağırayım' dedi. 'yok ben bulurum teşekkürler' dedim ve selin'in çantasını da alıp kalktım. kısa bir bekleyişten sonra bir taksi geldi, bindim ve adama yolu tarif etmeye başladım.
giderken arkadaki bir arabanın bizi takip ettiğini fark ettim! her taraf karanlıktı, taksi benim tarif ettiğimden başka bir yola sapmıştı. inanılmaz korktum ve bağırmaya başladım. kapıları kilitlemişti, 'aç şu kapıyı' diyee çığlık atıyordum fakat umursamıyordu. 'siz kimsiniz, benden ne istiyorsunuz!' diye bağırıyordum ve olayların nasıl buraya geldiğine anlam veremiyor, delirecek gibi oluyordum.
sanki bir kâbustaydım ve biri beni cimcikleyecek, uyanacaktım.
taksici 'oğuz bey'in talimatı' dedi. adamın adı oğuz'muş, o an neler hissettiğimi anlatamam. yazarken bile tüylerim diken diken oluyor.
meğerse her şey planlanmıştı. o taksiciye varana kadar ayarlanmıştı. selin bunu neden yapmış olabilirdi?
taksici ıssız bir yerde durdu, o araba da durdu. ben kapı açılır açılmaz hızla koşarak kaçmayı planlarken araba dibimize kadar geldi ve taksici kapıyı açtı. o adam arabadan inmemi söyledi, inmediğimi görünce bağırdı ve ben ağlayarak arabadan indim.
adam yürümemi söyledi, 'burada hiçbir yere kaçamazsın, istediğin kadar bağırabilirsin' dedi. onu takip ederek bahçeli bir eve geldik. adam kapıyı açtı ve içeri girmemi söyledi. 'benden ne istiyorsun, neden bunları yapıyorsun sen kimsin?' dedim. adam da bana; 'bunu öğrenmen neyi değiştirecek? ben selin'in hayatını bana borçlu olduğu kişiyim.' dedi. selin'in üvey abisi kumar batağında iken bu adam ona para vererek bütün borçlarını kapatmış ve karşılığında selin'le birlikte olmayı istemiş. üvey abisi de bunu kabul etmiş ve adam selin'e tecavüz etmiş. sonra selin'in peşini bir daha bırakmamış ve kaç defa kendisine zorla bu işi yapmış. bir süre önce de selin'den kendisine yeni kızlar ayarlamasını istemiş. selin de birkaç arkadaşının ve benim resmimi göstermiş. adam beni seçmiş ve selin de çaresiz bu planı uygulamak zorunda kalmış. yoksa adam selin'i seni öldürürüm diye tehdit ediyormuş.
bu kadar iğrençliğe gözleriniz dayanamadı ve mideniz kaldırmadı değil mi? mesela yani desem umarım beni linç etmezsiniz. gerçi bu ülkede kendi öz kardeşini hamile bırakan, kendi öz kızına, halasına ve annesine şehvet duyan domuzdan aşağı mahlukların haberlerini dinleyince böyle bir hikâyenin gerçek olma ihtimali çok da uzak değildir.
hatta belki izleyenler izlemiştir; meşhur n. hatipoğlu'nun programında biri canlı yayına bağlanıp halasıyla ilişki yaşadığını itiraf etmişti.
neyse; diyeceğim o ki bir iç hesaplaşma yapmak gerekmez midir? sizin dolandırıcılara, tecavüzcülere, katillere, halkın malını çalan hırsızlara, halkın umutlarını çalan yolsuzlara söylemek istedikleriniz neler?
siz bu kategoriye dâhil olan veya burada yazmadığım insan müsvetteleriyle karşılaştınız mı? neler yaşadınız, ne oldu ne bitti?
anlatın da öğrenelim.
bulunmazzz
1. nesil eli kalem tutan - müddet-i tahsiliye - eli kalem tutan
- toplam entry 17
- takipçi 1
- puan 2596
çok para kazanmanın çok mutlu etmediği şeklindeki realitenin somut ispatı. en son dinlediğim konuşmasında 'duygularım yok oldu' dediğini duyarak kendisi adına 'vay be, sen de bu hallere düştüysen...' dediğim serdar ortaç; hastalıklarıyla, ayrılıklarıyla, kumarda kaybettiği paralarla resmen acıların çocuğudur. karabiberim derken şimdi karalar bağlamış; 'mikrop' derken şimdi vücudunu mikroplar sarmıştır. (!) şarkılarının her biri 'dolar kaç tl? corona aşısı bulundu! enflasyon düşecek! ne vaad ettiysek yerine getireceğiz' ve benzeri sözler kadar çok söylenen, şarkıları herkesin diline pirsing olmuş (!) serdar ortaç; şimdi 'varsın param olmasın ama böyle de olmayayım' dedirtecek bir haldedir... tamam; bunlar biraz abartı gelebilir. sonuçta adam kanser değildir, gözü görüyor, eli ayağı tutuyor, kulağı duyuyor ve ağzı konuşuyordur. ama göörünen o ki; bu uzuvlarının işlevlerini yerine getirebilmesi (!) serdar ortaç'ı yeterince mutlu etmeye kâfi gelmemektedir. suratına bakınca anlaşılmaktadır ki serdar ortaç; sanki teve2 ekranlarında aşk-ı memnu izleyen seyirciler gibi bezmiştir artık hayattan... Dünyanın albümünü çıkarmış; tonla ödül almış, konser vermiş, şarkı yazıp bestelemiştir fakat gelin görün ki her şey bir noktadan sonra boştur. geçetiğimiz günlerde İbo Show adlı programa konuk olan şarkıcı; aslında çok da yaşlı sayılmayıp 1970 doğumludur. ms hastasıdır ve yaşadıkları onu hayli yıpratmıştır. ölünce tüm varlığını hizmetçilerine bırakacağını ifade eden serdar ortaç, birkaç ay önce rastladığım bir programda 'yumurta kırmayı bile beceremiyorum' itirafıyla çok şeffaf bir duruş sergilemiştir. gerçi serdar ortaçla ilgili epey acıtasyon yaptık fakat; aslında o kadar içler acısı bir durumu da yok gibidir. kendisi şu an seçil gür adlı bir şahıs (!) ile birliktedir ve Chloe Loughnan onun için çoktan tarih olmuştur. 'tadım tuzum yok, yürüyüş ve bisiklet turu yapıyorum' diyen serdar ortaç; 'bakın ne olursa olsun egzersizden vazgeçmeyin' mesajı vermektedir. yılbaşında konser vermeyi düşünmediğine ilişkin açıklama yapan serdar ortaç'ın gerekçesi de takipçilerinden böyle bir talep gelmemesidir. anlaşılan o ki serdar ortaç; 'konser! konser!' diye tutturmayan takipçilerine biraz kırgındır.
bu arada seçil gür tarafından serdar ortaç'a yöneltilen 'beni ne kadar seviyorsun?' sorusuna serdar'ın verdiği yanıt da günlerdir sürekli gündemdedir. 'antilop yerine antrikot' diyen serdar ortaç'ın bu antiromantist tavrını bir kenara bırakırsak; ortaç'ın rezil olduğu da meydandadır. 'beni ne kadar seviyorsun' diyen sevgilisine; 'aç bir aslanın ormanda bir antrikot yavrusu görüp kıyamayıp yememesi kadar' şeklinde abes bir cevap veren serdar ortaç; 'antilop' ile 'antrikot' kelimelerin karıştırarak 2020 yılının son gaflarından birine imza atmıştır. şimdi antilop mu antrikot mu sorusu serdar ortaç'ın şarkısıyla uyuşmaktadır: kafamda deli sorular...
bu arada seçil gür tarafından serdar ortaç'a yöneltilen 'beni ne kadar seviyorsun?' sorusuna serdar'ın verdiği yanıt da günlerdir sürekli gündemdedir. 'antilop yerine antrikot' diyen serdar ortaç'ın bu antiromantist tavrını bir kenara bırakırsak; ortaç'ın rezil olduğu da meydandadır. 'beni ne kadar seviyorsun' diyen sevgilisine; 'aç bir aslanın ormanda bir antrikot yavrusu görüp kıyamayıp yememesi kadar' şeklinde abes bir cevap veren serdar ortaç; 'antilop' ile 'antrikot' kelimelerin karıştırarak 2020 yılının son gaflarından birine imza atmıştır. şimdi antilop mu antrikot mu sorusu serdar ortaç'ın şarkısıyla uyuşmaktadır: kafamda deli sorular...
doğrudur; sorun olmaktan kalkmıştır, yoksa sizin haberiniz yok mudur? ne kadar da ayıptır. yoksulluk 'sorun' olmaktan kalkarak, 'kronik sorun' rütbesine terfi etmiştir. yani ona artık 'abi' diyeceksiniz, bu böyle bilinmelidir. 'sorun olmak' diye bir otobüs durağı olduğunu düşünürsek; yoksulluk bu 'sorun olmak'tan kalkarak; o güzergâhtan hareket edip, tur yapmaya karar vermiştir. bunu anlatmak istemiştir. hayır bunu anlamamak için alıcılarınızın -kolesterol düzeyi tavan yapmış bir insanın kalbindeki damarlar gibi- tıkanmış olması gerekir. (!) ya da belki sizin gelir durumu fakir fukara (!) halkın ekonomik seviyesiyle arasında erciyes dağı kadar fark olan bir akrabanız vardır. 7. kuşaktan olsa da fark etmez; sonuçta kan çeker. ondan dolayı yoksulluk kelimesini yoksunluk sendromu olarak algılayıp kafanız kredi kartı limitinizin bitmesine falan gitmiş olabilir. (bu sözlerim bakanın bu sarih, bu detaylı ve şeffaf (!) açıklamasını farklı yönlere çekenler içindir.) fakat benim bunları boşuna yazmış olma riskim vardır. muhtemelen yoksulluğun sorun olmaktan kalkması rüyada gerçekleşen bir hadisedir. ama bize bu rüyayı anlatarak 'güzel günler yakın' mesajı vermek istemişlerdir. fakat rüyaların tersi çıkar derler, onu ne yapmak gerekir?
yani kalkan bir şeyler vardır, orası doğrudur. mesela bu sözler üzerine herkesin sinirleri ayağa kalkmıştır. hatta sinirden kollarındaki tüyler havaya kalkmış, diken diken olmuştur. (!) denizlerde kalkan balığı boldur. erken kalkan da yol alır demişlerdir. birileri her gün tersinden kalkıyordur. bence bunlar bizim için yeterlidir. bugünkü duyarımızı da kastığımıza göre, herkes kendi yağında kavrulmaya, ay sonunu nasıl getireceğim diye düşünmeye, kiralar, masraflar, biriken faturalar ve bilumum harcamalar yüzünden ajda pekkan gibi 'uykusuz her gece, sabahlarım bazen günlerce' modunda takılmaya ve ekonomik buhranlarıyla samimi olmaya devam edebilir. nasıl olsa 'sorun yoktur', sorun kalkmıştır. içiniz rahat olmalıdır.
yani kalkan bir şeyler vardır, orası doğrudur. mesela bu sözler üzerine herkesin sinirleri ayağa kalkmıştır. hatta sinirden kollarındaki tüyler havaya kalkmış, diken diken olmuştur. (!) denizlerde kalkan balığı boldur. erken kalkan da yol alır demişlerdir. birileri her gün tersinden kalkıyordur. bence bunlar bizim için yeterlidir. bugünkü duyarımızı da kastığımıza göre, herkes kendi yağında kavrulmaya, ay sonunu nasıl getireceğim diye düşünmeye, kiralar, masraflar, biriken faturalar ve bilumum harcamalar yüzünden ajda pekkan gibi 'uykusuz her gece, sabahlarım bazen günlerce' modunda takılmaya ve ekonomik buhranlarıyla samimi olmaya devam edebilir. nasıl olsa 'sorun yoktur', sorun kalkmıştır. içiniz rahat olmalıdır.
altına yüzlerce örnek yazılması mümkün olan bir başlık. çünkü rezilliği ayyuka çıkmış insan sayısı, şu bir türlü çözüme kavuşturulamayan davaların sayısı kadar çoktur. sâhi; gerçekten de mahkemelere taşınıp da hâlâ -spam yüzünden şikâyet edilmiş instagram hesapları gibi- mahzun mahzun askıda bekleyen kaç dava vardır? eminim ki bilgisayarımda bulunan ve ergen odası gibi karmakarışık olan klasörlerimdeki dosyaların durumu; daha yüzüne bile bakılmamış dava dosyalarının durumundan daha iyidir. bugün git yarın gel diyerek dallas'a çevirilen davalar; 'davarlar büyüdü kesilip kavurma yapıldı, siz daha bir davayı halledemediniz' dedirtmektedir. (!) peki ya 'haksız sonuçlandı bu dava, hani derdimize devâ?' diyenlerin feryatları ne olacaktır? suçlunun lehine, haklının aleyhine sonuçlanan davalar hakimlere, savcılara, emeği geçen (!) hukuk görevlilerine para kazandırırken, zulme uğrayan kişilerin adalete olan inancını kaybetmesine, yaşama sevincini yitirmesine, haksızların hakettiği cezayı bulacağına dair umutlarını söndürmesine yol açmaktadır.
'hiç bitmiyor dava, kimse gelmiyor tava, suçlular nişan almış, çıkmışlar bak ava' demek suretiyle saçma da olsa kafiyeli bir şiircik yazarak devam ettiğim bu başlığı açma sebebim tam da bir 'davamsı' bir şeyden bahsetmektir.
şöyle ki;
iddiaya göre 58 yaşında felçli bir adam, bir arkadaşının dükkanında otururken dükkana birileri geliyor.
adamcağıza yer misin yemez misin diye girişiyorlar ve döverek öldürüyorlar.
ama ölüm, olay mahalinde değil; hastanede gerçekleşiyor.
bu yüzden cinayet olarak değerlendirilmiyor, 'ölüme neden olacak şekilde kasten yaralama' sayılıyor.
(Şimdi o zaman bir adam buna istinaden birini evire çevire dövse, biftek doğrar gibi her yerinden bıçaklasa (evet çünkü o cânilerin felsefesi bu olduğu için böyle bir örnek verdim) ve 'a nasıl olsa olay yerinde ölmeyince cinayet olmuyormuş' deyip, adam can çekişirken, tam ölmek üzereyken; onu alıp can havliyle olay yerinden başka bir yere taşısa ve adam orada son nefesini verse; bu adam şimdi cinayet işlemiş sayılmayacak mıdır? bakın, mantık yürütmek işte böyle bir şeydir.)
neyse; onlar cinayet demese de biz cinayet diyelim...
2 kişi işliyor. bunların ikisi de olayın 1 ay öncesinde cezaevinden -şartlı tahliye- ile dışarıya ihrac olmuş ürünler. (!)
birinin tam 32 suç dosyası var. (gerçi bu ne ki? biz ne suç dosyaları olanlar duyduk da hepsi salına salına gezmesi için serbest bırakılmıştı.)
dükkanı dağıtıyor, adamın üzerinde bulunan parasını alıyor ve o kadar dövüyor ki zavallı adamın kafatası kemikleri kırılıyor.
adam 1 hafta hastanede yatıyor ve hayatını kaybediyor.
aslında önce bu suçluların 2 yıl tutukluluk hâllerine karar veriliyor, sonra savcı değişikliği yapılıyor.
sonra bunlar berât ediyorlar.
sebep: yeterli delil olmayışı (bu durumda bile yeterli delil yok diyene deli denmez de ne denir? bunlar adamı delirtir ki delirtiyor da zaten, insanlar güvenmiyor, yakını mezarda yatarken suçluların dışarıda gezmesi tabii ki onların psikolojilerini bozuyor)
mahkeme onların lehine yapılan savunmayı haklı buluyor.
savunma şöyle gerçekleşiyor:
'zaten hastaymış, sağlam adamı böyle dövselerdi ölmezdi'
şu an pencereyi açın ve geliyorsa sokaktan gelen köpek seslerini dinleyin. sonra o seslere anlam yüklemeye çalışın, o havlamalara mantıklı anlamlar bulun.
eminim bu savunmayı anlamaya çalışırken zorlandığınız kadar zorlanmayacaksınız.
mahkeme bu savunmanın üzerine onları salıyor.
geriye de iki ihtimal kalıyor:
1- onları salanlar kararı verirken 298.394.444 promil alkollüydü (!)
2- ya da o an insanlık, hakkaniyet, adalet, hak-hukuk gibi kavramlar kendileri için devredışı kalmıştı.
(belki de hep öyleydi)
başka mantıklı bir açıklaması olan varsa -ki yoktur- yazabilir.
'hiç bitmiyor dava, kimse gelmiyor tava, suçlular nişan almış, çıkmışlar bak ava' demek suretiyle saçma da olsa kafiyeli bir şiircik yazarak devam ettiğim bu başlığı açma sebebim tam da bir 'davamsı' bir şeyden bahsetmektir.
şöyle ki;
iddiaya göre 58 yaşında felçli bir adam, bir arkadaşının dükkanında otururken dükkana birileri geliyor.
adamcağıza yer misin yemez misin diye girişiyorlar ve döverek öldürüyorlar.
ama ölüm, olay mahalinde değil; hastanede gerçekleşiyor.
bu yüzden cinayet olarak değerlendirilmiyor, 'ölüme neden olacak şekilde kasten yaralama' sayılıyor.
(Şimdi o zaman bir adam buna istinaden birini evire çevire dövse, biftek doğrar gibi her yerinden bıçaklasa (evet çünkü o cânilerin felsefesi bu olduğu için böyle bir örnek verdim) ve 'a nasıl olsa olay yerinde ölmeyince cinayet olmuyormuş' deyip, adam can çekişirken, tam ölmek üzereyken; onu alıp can havliyle olay yerinden başka bir yere taşısa ve adam orada son nefesini verse; bu adam şimdi cinayet işlemiş sayılmayacak mıdır? bakın, mantık yürütmek işte böyle bir şeydir.)
neyse; onlar cinayet demese de biz cinayet diyelim...
2 kişi işliyor. bunların ikisi de olayın 1 ay öncesinde cezaevinden -şartlı tahliye- ile dışarıya ihrac olmuş ürünler. (!)
birinin tam 32 suç dosyası var. (gerçi bu ne ki? biz ne suç dosyaları olanlar duyduk da hepsi salına salına gezmesi için serbest bırakılmıştı.)
dükkanı dağıtıyor, adamın üzerinde bulunan parasını alıyor ve o kadar dövüyor ki zavallı adamın kafatası kemikleri kırılıyor.
adam 1 hafta hastanede yatıyor ve hayatını kaybediyor.
aslında önce bu suçluların 2 yıl tutukluluk hâllerine karar veriliyor, sonra savcı değişikliği yapılıyor.
sonra bunlar berât ediyorlar.
sebep: yeterli delil olmayışı (bu durumda bile yeterli delil yok diyene deli denmez de ne denir? bunlar adamı delirtir ki delirtiyor da zaten, insanlar güvenmiyor, yakını mezarda yatarken suçluların dışarıda gezmesi tabii ki onların psikolojilerini bozuyor)
mahkeme onların lehine yapılan savunmayı haklı buluyor.
savunma şöyle gerçekleşiyor:
'zaten hastaymış, sağlam adamı böyle dövselerdi ölmezdi'
şu an pencereyi açın ve geliyorsa sokaktan gelen köpek seslerini dinleyin. sonra o seslere anlam yüklemeye çalışın, o havlamalara mantıklı anlamlar bulun.
eminim bu savunmayı anlamaya çalışırken zorlandığınız kadar zorlanmayacaksınız.
mahkeme bu savunmanın üzerine onları salıyor.
geriye de iki ihtimal kalıyor:
1- onları salanlar kararı verirken 298.394.444 promil alkollüydü (!)
2- ya da o an insanlık, hakkaniyet, adalet, hak-hukuk gibi kavramlar kendileri için devredışı kalmıştı.
(belki de hep öyleydi)
başka mantıklı bir açıklaması olan varsa -ki yoktur- yazabilir.
68 kuşağının tanınmış liderlerinden. Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi'nin lideri olup Türk Leninist-Marksist devrimcidir. 1972 yılının 30 mart'ında, Tokat-niksar'a bağlı Kızıldere köyünde beraberindeki 9 arkadaşıyla katledilmiştir. kendisi samsun'da 1946 yılının 15 mart tarihinde doğmuştur. babası Gümüşhacıköy'ün Gümüş bucağından Aziz Çayan'dır. (köyün bugünkü adı yeniköy'dür.) ortaokulu ve liseyi Haydarpaşa Lisesi'nde okumuştur. 1963 yılında istanbul üniversitesi'nin hukuk fakültesi'ne kaydolmuştur. ertesi yıl öğrenimine ankara siyasal bilgiler fakültesi'nde devam etmiştir. bu dönemde fikir kulüpleri federasyonu'na bağlı siyasal bilgiler fakültesi fikir kulübüne giriş yapmıştır. 1965'te o kulübün başkanı olmuştur. kısa süreliğine 1967'de fransaya sevgilisi Gülten Savaşçı'nın yanına gitmiş, fransada sosyalist hareketlerin durumuna tanıklık etmiştir. 1968 yılındaki izmir'de 6. Filo eylemlerine katılmış ve bunun ardından gözaltına alınmıştır. ideolojik görüşü Millî Demokratik Devrim'den yanaydı. Latin Amerika silahlı mücadeleleleri'nin tesiri altında kalmıştır. Aydınlık ve Türk Solu dergilerinde yazmıştır. Aren Oportünizminin Niteliği, Revizyonizmin Keskin Kokusu 1 ve 2 en bilinen yazılarıdır. 1970 yılında Gülten Savaşçı'yla evlilik yapmıştır. THKP'nin şehir gerillası eylemlerini planlayan odur. 1971 yılının 12 şubat günü Ziraat Bankası'nın ankara'daki Küçükesat Şubesi'nin soygununa katılmıştır. aynı yılın 15 Mart tarihinde Türk Ticaret Bankası'nın soyulmasında da bulunmuştur. 4 Nisan 1971 yılında Talip Aksoy ve Mete Has'ın kaçırılarak 400 bin lira fidye istenmesi eyleminde de arkadaşları ile birlikte rol almıştır. atilalin Yolu isimli bildiriyi de o dönemde yazmıştır. 1971''de 22 Mayıs günü İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom kaçırılarak öldürülmüştür. işte onun bunda da parmağı vardır. polisten kaçarken bir evde kıstırılmış ve bunun üzerine o evde bulunan Sibel Erkan'ı rehin almıştır. annesi ve babası bile olay yerine gelmiş fakat bu ikna olmamıştır. eve operasyon düzenlenmiş, Çayan kendisini sağ olarak ele geçiremesinler diye namluyu kendi kalbine doğrultarak tetiği çekmiştir fakat yaralı olarak kurtulmuştur. bir müddet hücrede tutulmuş, KIZIILDERE OLAYI'nda hayatını kaybetmiştir.
Sağım solum önüm arkam sobe hesabı 4 tarafımızın reklamlarla çevrili olduğu ülkemde, hiç de şaşırtıcı olmayan bir haberdir. Tabii ki whatsapp'ın böyle bir şey yapmaya ihtiyacı yoktur fakat işte insanoğlu açgözlü bir varlıktır. whatsapp gelirlerini artırmak için reklam koyuyor desek; şirketin elde ettiği gelirler muhtemelen dünyanın çevresini 3 kere turlar. whatsapp popüleritesini artırmak, daha çok indirilmek ve kullanılmak için reklamlardan faydalanacak desek; koskoca dünya üzerinde akıllı telefonu olup da whatsapp kullanmayan bir akıllı (!) sanırım yoktur. peki aacaba whatsapp, yerleştirmeyi planladığı bu reklamlar ile tam olarak neyi amaçlamaktadır? sanırım kendimi reklam stratejileri, dijital pazarlama gibi konularda geliştirmem lâzımdır çünkü nedense beynimin içerisinde bu reklam yerleşimlerine ilişkin mantıklı bir açıklama oluşmamıştır. fakat bildiğim bir şey varsa o da şudur; whatsapp uygulamanın her köşesini reklamla doldursa bile kimse onu kullanmaktan vazgeçmeyecektir. whatsapp'ın kitlesi işte böyle sâdık, böyle vefâlıdır. reklamlar onları asla whatsapp'tan soğutamaz. çünkü whatsapp'ın yeri doldurulamaz, alternatifi yoktur. skype? telegram? facebook mesajlaşma? hayır hayır, hiçbiri whatsapp ile kıyas kabul etmemektedir. fakat şimdi eski günlerdeki gibi msn geri gelse, whatsapp benim için ikinci planda kalacaktır.
şehir hayatından sıkılmış, kendini doğaya vermiş ünlü oyunculardan biri. izmir-aliağa'dan hepi topu 1.5 dönümlük bir tarla satın alarak (!) yeni hayatına başlamış, bu ufacık yaşam alanında meyveler, limonlar yetiştirmeye başlamıştır. (limon bir meyve midir yoksa sebze mi, o ayrı bir sorunsaldır.) oyunculuktan çiftçiliğe dikey geçiş yapan filiz abla, şimdi fidanlar filizlensin diye uğraşmaktadır. Tarım Orman Ve Köy İşleri Müdürlüğü de ona destek çıkmış, kendisine çiftçilik belgesi vermiştir. tarlasına taş fırın, ahşap baraka ve kuyu açtırmış olan filiz abla, bir zamanlar setlerde rolden role girerken şimdi tarlalarda yalın ayak çalışır, ot toplar olmuştur. tabii ki böyle yazmamız yanlış anlaşılmasın, kendisinin oyunculuk kariyeri de bitmiş değildir. çukur ve tarla arasında bir istanbul'a bir izmir'e giderek efor sarf eden ve böylece epey egzersiz yapmış olan oyuncu (sanki yürüyerek gidiyor), hayalini gerçekleştirmekten dolayı mutlu olduğunu belirtmektedir. tabii biz de çok doğasever insanlarızdır, meyveler yetiştirerek tarıma katkı sağlamak istemekteyizdir fakat arazi alacak kadar paramız yoktur, şartlar elvermemektedir. yoksa herkesin içinde bir çocuk, pardon doğa tutkunu bir çocuk yatar. fatih portakal ve burak hakkı'yı bu konuda örnek alan filiz taçbaş; 'doğa başa taçtır' sloganıyla hareket etmektedir. (!)
çukur'daki kulkan erdenet karakteri (imiş). insan vücudunun %70'i sudan oluştuğu gibi bence çukur dizisinin %99.9'u silah sesinden oluşmaktadır. hadi efektler biraz gerçekçi olsun da canımı ye diyeceğiz fakat o da yoktur. baş ağrısının en büyük sebeplerinden biri olarak gördüğüm ve nasıl bu kadar hayranı olduğuna, bunca sezondur nasıl reyting rekorları kırmaya devam ettiğine ve her fragmanının youtube trendler listesine girmeyi nasıl başardığına bir türlü anlam veremediğim çukur dizisinin garip karakterleri arasında kultan erdenet diye birinin de olduğunu öğrenmem, gereksiz bilgi dağarcığımı bir nebze olsun genişletmiştir. bu sözlerime çukur evimiz yamaç babamız, 'bu hayatın heyecanı meyecanı yok' diyenler kızacaktır belki ama şimdi sevmediğim bir diziyi de övmek çok sırıtacağından dolayı böyle açık sözlü olmayı tercih etmişimdir. edindiğim kesin bilgilere göre genco özak; 1992'de doğmuştur. istanbul doğumlu oyuncu önce Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi'ni bitirmiş, Murat Cemcir ve Ahmet Kural'ın oynadığı Çalgı Çengi adlı filmin yapım ekibine dâhil olmuştur. güvercin adlı dizide ökkeş karakterini oynamıştır. (aslında ökkeş diye bir isim yoktur. 'ukkâşe' ismini yozlaştırmaya çalışanların uydurduğu bir şeydir. ek bilgi olarak hafızaya kaydedilmelidir.) 'söz', 'vatanım sensin' gibi askeri temalı dizilerde de rol alan oyuncu, temizlik işleri isimli bir tiyatroda da seyirci karşısına çıkmıştır. acaba çukur dizisindeki performansı nasıl olacaktır? bunu zaman gösterecektir. (daha doğrusu televizyonlarınızın hd led ekranı gösterecektir.) (umarım bu espri pazartesi sendromunu atlatmanıza yardımcı olmuştur.)
dün itibariyle yaşanan ve hem antalya'yı hem türkiye'yi paniğe sevk eden olaydır. deprem 5.2 büyüklüğünde meydana glemiş olup takriben 10 saniye sürmüştür. sadece antalya'da değil, marmaris'te, adana'da ve civardaki ilçelerde de hissedilmiştir. AFAD depremle ilgili paylaştığı verilerde büyüklüğünün 5.2 olduğunu bildirirken Kandilli Rasathanesi buna muhalefet ederek deprem şiddetinin 5.2 değil 5.5 olduğunu belirtmiştir. Gazipaşa'nın 39.01 kilometre açığı şeklinde tespit edilmiş olan bu deprem 5 aralık 15:44'te Yerin 77.22 km derinliğinde meydana gelmiştir. burdur ve muğla dolaylarında da hissedilerek herkesi korkutan bu depremle ilgili antalya valiliği'nden gelen açıklama; depremin can ve mal kaybına sebep olmadığı yönündedir. Kıbrıs yayı üstünde oluşan bu depremin yıkıcı etkisi olmadığı bildirilmiştir. depremler, salgın, ölümler derken insanların psikolojisi iyiden iyiye bozulmaya yüz tutmuştur. elbette bu sözler bir isyan niteliği taşımamaktadır. temennimiz ülkede her şeyin bir an önce normale dönmesidir. bir deprem bilimci 'antalya'da böyle şiddetli bir depreme son yıllarda rastlanmamıştı. bu akıllara zarardır.' demekte ve depremlerin 2022 yılına kadar süreceğini iddia etmektedir. bunu söyleyen öyle sıradan bir kişi değil, Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan'dır. kendisi ünlü bir Deprem Bilimci Jeofizik Yüksek Mühendisidir. bunun bir ana deprem olduğunu, daha büyüğünün beklenmediğini kaydeden Ercan, artçıların devam edeceğini söylemiştir. tabii ki bu bir tahminden ibarettir.
o günü, bu günü diye her güne özel bir anlam atfedilen dünyada 5 aralık itibariyle kutlanan gün. fakat yalnızca adı 'kadın hakları' olup, kadınların haklarını elde etmesi ve korumasına yönelik herhangi bir işlevi bulunmamaktadır. sosyal medya hesaplarımızda kadın haklarıyla ilgili sözler paylaşmak dışında bugün yapabileceğimiz pek bir aktivite yok gibidir. ee biraz da şiddete uğrayan kadınlardan bahsedip geçmişi yâd ettik mi tamamdır. (!) oysa kaç 5 aralık geçtiği halde dünyanın farklı yerlerinde onbinlerce, belki de yüzbinlerce kadın şiddet, istismar mağduru olmaya, öldürülmeye devam etmektedir. yapılması gerekenler aslında kınamaktan, lanet okumaktan, özlü sözler paylaşmaktan daha fazlasıdır. caydırıcı cezaların uygulanması bunların başında gelir. kadına zarar verenin ha bire serbest bırakılarak ödüllendirildiği bu ülkede kadın haklarının koruma altına alınmış olduğunu iddia etmek gerçekle bağdaşmayacaktır. zaten böyle bir iddiada bulunabilen de sanırım yoktur. 'kadın güçlüdür, kendi hakkını kendi savunur'cular bir tarafa, burada kastedilen kadın haklarına başkalarının saygı duymayı öğrenmesi gerektiğidir. örneğin bir kadın dışarıda açık gezdiği için yoldan geçen bir vatandaşın ona yiyecek gibi bakma, sözle veya el ile taciz etme gibi bir hakkı yoksa; çarşafla gezen bir kadını da bakışlarıyla, sözleriyle vb. aşağılama, 'yallah arabistan'a deme hakkı yoktur. kadın boşanmak istedi diye dövülmeyi, öldürülmeyi hak etmediği gibi, biriyle zorla evlendirilmeyi de hak etmez. kadın ikinci sınıf insan veya bir melek değildir. sığ görüşlü insanların kadına normal insan gözüyle bakmayı artık öğrenmesi gerekir.
adı gibi bomba bir izmir tatlısıdır. İzmir tulumu, boyoz, kumru, izmir köfte, Çıntar Kızartması gibi lezzetleriyle meşhur olan izmir mutfağının tatlı kategorisinde yer alan bu efsane izmir sevgisinin en büyük nedenlerindendir! tabii ki diyet yapanlar için uygun olmadığını söylemeye gerek yoktur. diyet ile bomba birbirine erdoğan ve kılıçdaroğlu gibi düşmandır. (!) izmir'e gidildiğinde bu lezzeti tatmadan dönmek; sinemaya gidip filme girmeden dönmek gibidir. içinde akışkan fındık kreması vardır. tabii ki bu krema kakaoludur. dışı ise hamurdan yapılmış ince bir zarla kaplıdır. bir seferde üç yemek kaşığı çikolatayı mideye indirmek istiyorsanız bombayı patlatın gitsin! demek yerinde olacaktır. hatta öyle ki, bu tatlıya bakarak bile kilo alınabileceğini iddia edenler vardır. (!) ama bakmak, koklamak ve yemeden durmak kilo aldırmaktan ziyade kendine hunharca işkence etmektir. zira böyle bir tatlıya direnmek fizik kurallarına, biyolojiye, kimyaya, her bir şeye aykırı; insanın doğasına terstir. şimdi ismail yk'nın bombabomba.com şarkısını hatırlatarak bu tatlı başlığa turp suyu sıkmak istemezdim fakat huyumdur; kötü bir espri yapmazsam bir şeyler eksik kalacaktır. yanında bir bardak ılık sütle eşlik edilmesi önerilir.
'abi ben daha 1'ini bile izlemedim sen ne diyon ya' diyerek tepki gösterdiğim filmdir. aksiyon ve macera kategorisinde yer alan bu film 2000 yılında vizyona girmiştir. fakat üzerinden 20 yıl geçmiş olmasına rağmen unutulmamış, hâlâ izlenmeye, konuşulmaya devam etmektedir. filmin yönetmeni John Woo olup 27 kasım 2020 itibariyle tv'de yayınlanarak insana çocukluğunu hatırlatmış, 'hey gidi günler' dedirtmiş, nostaljik dakikalar yaşatmıştır. filmin konusuna gelecek olursak şunları söyleyebiliriz ki; Sean Ambrose isimli bir İMF ajanı vardır. bilim insanları, Chimera adı verilen korkunç bir virüs üretir. işte bu ajanın görevi, o virüsü ele geçirebilmektir. bu hedefine ulaşabilirse piyasaları alt üst edecek, milyonlar kazanacak, köşeyi dönecek ve microsoft CEO'suna rakip olabilecektir. (!) [sondaki yorum bana aittir. dikkate alınmayabilir.] fakat hesaba katmadığı bir şey vardır: çok gizli ve çok ünlü bir ajan olan, kendisini düşman bellemiş Ethan Hunt! evet, bu şahsiyet onun peşine düşmüştür ve Ambrose, tehlikeyi fark eder ve paçaları tutuşur. 'eyvah! napıcam oğlum ben?' der ve Ethan'ın hakkından gelmek için sinsi bir plan hazırlar: düşmanının eski sevgilisini kullanacaktır! Nyah Hall'u adlı bu kızı kötü emellerine ulaşmak için bir araç olarak gören adamın planı -geçici bir süreliğine- tutar. ama dikkati çekerim; geçici bir süreliğine. peki sonra ne olur? daha fazla spoiler vermek uygun değildir. izlemeyenlerdenseniz bunu öğrenmek için şimdi netflix'i açma zamanınız gelmiştir.
filmin oyuncu kadrosunda ise şunlar vardır:
tabii ki Tom Cruise
buna ilâveten;
Thandie Newton
Dougray Scott
John Polson
Richard Roxburgh
Rade Serbedzija
Brendan Gleeson
William Mapother
Gündemde kalan online haber siteleri arasında Eski Defterler var. Güvenilir ve objektif bilgiler artık online sözlüklerden alınıyor.
Online sözlük olarak kısa sürede adını duyuran Eski Defterler, çok sayıda yazarı ile gündemin nabzını tutmaya devam ediyor. Sözlüğe giriş yaptığınızda farklı konuların başlık olarak açıldığını göreceksiniz. Bu sayede çok sayıda kişi, istediği konu hakkında yorum yapma hakkına sahip oluyor. Dilediğiniz gibi yorum yapma, dilediğiniz gibi başlık açma hakkına sahip olacaksınız.
Eski Defterler Farkını Ortaya Koydu!
Açılmasının ardından kısa süre içinde farkını ortaya koyan sözlük, kısa süre içinde çok sayıda yazarı ile gündeme dair konuşturmaya devam ediyor. Gündeme dair olan konuların tamamı için yazabilirsiniz. Kaliteli bir ortam çerçevesinde yorumlar yapılıyor. En önemli fark ise sözlük yazarlarının pek çok farklı meslek grubundan olması. Meslek gruplarına bakıldığında doktorlar, avukatlar, mühendisler olduğu görülüyor. Sözlük yazarlarının farklı konular hakkındaki uzman görüşleri, diğer sözlüklerin önüne geçmesini sağladı. Kısa süre içinde sözlük sayesinde insanlar en doğru bilgiyi Eski Defterler üzerinden almaya başladı. Sözlük için siz de giriş yaparak, yapılan yorumları ve açılan başlıkları hemen görebilirsiniz.
Farklı meslek gruplarından sözlük yazarları deneyimlerini paylaşıyor…
Elbette sadece gündem değil, aynı zamanda yazarlar deneyimlerini de paylaşıyor. Gündemi konuşmaktan son derece keyif almanın yanı sıra, mesleklerine dair deneyimlerini de paylaşan yazarlar sayesinde merak ettiğiniz pek çok konu hakkında bilgi sahibi olacaksınız.
Eski Defterler Kuralları
Kaliteli ve güvenli bir ortam yaratmak, aynı zamanda bunu sözlük yazarlarını sınırlandırmadan yapmak çok önemli. Bunun için kuralların aynı zamanda sözlük yazarları tarafından benimsenmesine özen gösterilmiştir. Yazarlar en iyi şekilde yazılarını yazma, kurallar kapsamında kendilerini rahat hissedebileceği ortamı buluyor. Sözlük yazarı olan kişiler, argo kullanmadan, hakaret ve buna benzer sakıncalı durumlara neden olmadan yazılarını yazıyor. Kurallar hem yazarları sınırlandırmadan hem de diğer okuyucu ve yazarların özgürlüklerini sınırlandırmadan oluşturulmuştur. Bunu göz önünde bulundurmanız durumunda, siz de kurallar çerçevesinde yazılarınızı yazabilirsiniz.
Sınırlayıcı olmayan ve kaliteyi koruyan kurallar ile yazılar yazılıyor…
Eski Defterler Sözlük Yazarları
Yazar olmak için siz de hemen başvurunuzu yapabilirsiniz. Kalitenin ve güvenliğin en iyi şekilde sağlanması için belirlenen yaş sınırı 18'dir. Yazar olmak için yazar ol butonunu kullanarak siz de hemen yazar olarak sitede yerinizi alabilirsiniz. Başlık açmak, konuşmak, yorum almak ve çok daha fazlası site üzerinden olacaktır. Geliştirilmiş olan site sayesinde, siz de dilediğiniz gibi konuları başlatarak pek çok yazarla aranızda konuşabilirsiniz. Doğru olan bilgiye ulaşmak, farklı yorumları görmek önemlidir. Bu sayede objektif bir karar almak da daha kolay olacaktır. Oluşturulan bu kaliteli ortamda, farklı konulara dair merak ettiğiniz her ne varsa hemen erişimini sağlayabilirsiniz.
Eski Defterler Editörleri
Gerekli kontrollerin yapılması önemlidir. Nasıl mı? Elbette kimsenin rahatsız olmayacağı içeriklerin yayınlandığı bir platform olmasını sağlamak açısından gereken yapılır. Bu sebeple herkes gerektiği şekilde paylaşımlarını yapmanın yanı sıra, kontrollerin olduğunu da bilmelidir. Alanında uzman olan editörler, gerekli incelemeleri yapar. Siz de yazarlığın belli bir döneminde, kontrolleri sağlamak ve yönetim kanalında olmak için başvurunuzu yapabilirsiniz. Ancak ilk etapta yazar olarak siteyi tanımak ve kurallara aşina olmak gerekir. Sevilen online sözlük Eski Defterler ile siz de paylaşımlarınızı dilediğiniz gibi yapabilirsiniz. Çok sayıda yazarın farklı görüşleri ile kendinizi rahatça ifade edeceğiniz, yorum alacağınız bir platformda yerinizi alabilirsiniz. Hemen yazar olabilirsiniz.
Online sözlük olarak kısa sürede adını duyuran Eski Defterler, çok sayıda yazarı ile gündemin nabzını tutmaya devam ediyor. Sözlüğe giriş yaptığınızda farklı konuların başlık olarak açıldığını göreceksiniz. Bu sayede çok sayıda kişi, istediği konu hakkında yorum yapma hakkına sahip oluyor. Dilediğiniz gibi yorum yapma, dilediğiniz gibi başlık açma hakkına sahip olacaksınız.
Eski Defterler Farkını Ortaya Koydu!
Açılmasının ardından kısa süre içinde farkını ortaya koyan sözlük, kısa süre içinde çok sayıda yazarı ile gündeme dair konuşturmaya devam ediyor. Gündeme dair olan konuların tamamı için yazabilirsiniz. Kaliteli bir ortam çerçevesinde yorumlar yapılıyor. En önemli fark ise sözlük yazarlarının pek çok farklı meslek grubundan olması. Meslek gruplarına bakıldığında doktorlar, avukatlar, mühendisler olduğu görülüyor. Sözlük yazarlarının farklı konular hakkındaki uzman görüşleri, diğer sözlüklerin önüne geçmesini sağladı. Kısa süre içinde sözlük sayesinde insanlar en doğru bilgiyi Eski Defterler üzerinden almaya başladı. Sözlük için siz de giriş yaparak, yapılan yorumları ve açılan başlıkları hemen görebilirsiniz.
Farklı meslek gruplarından sözlük yazarları deneyimlerini paylaşıyor…
Elbette sadece gündem değil, aynı zamanda yazarlar deneyimlerini de paylaşıyor. Gündemi konuşmaktan son derece keyif almanın yanı sıra, mesleklerine dair deneyimlerini de paylaşan yazarlar sayesinde merak ettiğiniz pek çok konu hakkında bilgi sahibi olacaksınız.
Eski Defterler Kuralları
Kaliteli ve güvenli bir ortam yaratmak, aynı zamanda bunu sözlük yazarlarını sınırlandırmadan yapmak çok önemli. Bunun için kuralların aynı zamanda sözlük yazarları tarafından benimsenmesine özen gösterilmiştir. Yazarlar en iyi şekilde yazılarını yazma, kurallar kapsamında kendilerini rahat hissedebileceği ortamı buluyor. Sözlük yazarı olan kişiler, argo kullanmadan, hakaret ve buna benzer sakıncalı durumlara neden olmadan yazılarını yazıyor. Kurallar hem yazarları sınırlandırmadan hem de diğer okuyucu ve yazarların özgürlüklerini sınırlandırmadan oluşturulmuştur. Bunu göz önünde bulundurmanız durumunda, siz de kurallar çerçevesinde yazılarınızı yazabilirsiniz.
Sınırlayıcı olmayan ve kaliteyi koruyan kurallar ile yazılar yazılıyor…
Eski Defterler Sözlük Yazarları
Yazar olmak için siz de hemen başvurunuzu yapabilirsiniz. Kalitenin ve güvenliğin en iyi şekilde sağlanması için belirlenen yaş sınırı 18'dir. Yazar olmak için yazar ol butonunu kullanarak siz de hemen yazar olarak sitede yerinizi alabilirsiniz. Başlık açmak, konuşmak, yorum almak ve çok daha fazlası site üzerinden olacaktır. Geliştirilmiş olan site sayesinde, siz de dilediğiniz gibi konuları başlatarak pek çok yazarla aranızda konuşabilirsiniz. Doğru olan bilgiye ulaşmak, farklı yorumları görmek önemlidir. Bu sayede objektif bir karar almak da daha kolay olacaktır. Oluşturulan bu kaliteli ortamda, farklı konulara dair merak ettiğiniz her ne varsa hemen erişimini sağlayabilirsiniz.
Eski Defterler Editörleri
Gerekli kontrollerin yapılması önemlidir. Nasıl mı? Elbette kimsenin rahatsız olmayacağı içeriklerin yayınlandığı bir platform olmasını sağlamak açısından gereken yapılır. Bu sebeple herkes gerektiği şekilde paylaşımlarını yapmanın yanı sıra, kontrollerin olduğunu da bilmelidir. Alanında uzman olan editörler, gerekli incelemeleri yapar. Siz de yazarlığın belli bir döneminde, kontrolleri sağlamak ve yönetim kanalında olmak için başvurunuzu yapabilirsiniz. Ancak ilk etapta yazar olarak siteyi tanımak ve kurallara aşina olmak gerekir. Sevilen online sözlük Eski Defterler ile siz de paylaşımlarınızı dilediğiniz gibi yapabilirsiniz. Çok sayıda yazarın farklı görüşleri ile kendinizi rahatça ifade edeceğiniz, yorum alacağınız bir platformda yerinizi alabilirsiniz. Hemen yazar olabilirsiniz.
öğretmenler ügünü olma özelliğine sahip ve bu sene salı gününe tekâbül eden gün. ayrıca bu gün, takvimde 'soğukların başlaması' olarak geçmektedir. ilkokul ve ortaokul öğrencilerinin 'öööretmenim ööretmenler (!) gününüz kutlu olsun' diyerek kutladığı bu gün; liseye gelince 'hocam öğretmenlergününüz kutlu olsun' şeklinde değişir. üniversite kazanıldığında ise o gün artık profesörlerin, akademisyenlerin günüdür sizin gözünüzde. bu gün öğretmene basit de olsa bir çiçek vs. almak âdettendir. ne kadar örnek öğrenci olsanız bile 'ah, hocam notlarım yeter öyle değil mi? benim başarılarım sizin için en büyük hediyedir' diyemezsiniz. gerçi, hakiki öğretmenler için böyledir. onlar öğrencilerinin mutluluğuyla sevinir, gerçekten öğretmeye çalışır ve onların başarılı olmasını yürekten ister. eğer siz öğretmeninizin arkasından 'ıyşşş suratsız gökhan bana yine 45 vermiş' yahut 'şu matematikçi sevda gelmese keşke yine kafamızı ütüleyecek' tarzında konuşuyorsanız öğretmenler günü kutlama merasiminiz ağız ucuyla gerçekleşecektir. ama 'inek' diye tabir edilen fakat aslında 'örnek' olan ideal öğrenci tiplerindenseniz, dersi derste dinleme ilkesini benimseyerek öğretmenin gözüne girdiyseniz bir süre öncesinden başlayarak 'öğretmenime ne hediye alsam?' diye araştırma yapmanız muhtemeldir. ama 'öğrenciler günü diye bir şey var mı? neden kimse bizim günümüzü kutlamıyor' diye isyan bayrağını çekerek öğretmenler gününü protesto edecekseniz ona diyecek bir şey yoktur.
bir de öğretmenler gününde yapılan tören kapsamında şiir okuyanlardansanız tamam; siz görevinizi yerine getirdiniz demektir. (!)
anne-baba da bir öğretmendir aslında, o açıdan bakılacak olursa, onların da bu gününü kutlamak lâzım gelir.
insan öğretmenlerini unutmamalı, hiç olmazsa bu günnde arayıp sormalıdır. ama 'ya şimdi ne yapıyorsun ne ediyorsun diye soracak, boş gezenin boş kalfası takılıyorum iş miş de yok' diyorsanız aramamak istemekte haklısınızdır. o zaman siz de mesaj atarak bu sorumluluğunuzu îfâ etmelisinizdir.
yalnız öğrencisine yan gözle bakan, yahut ona şiddet uygulayan; ya da bağırıp çağırarak rencide eden, kök söktüren, bunları yapmasa bile öğrencilere bilgi nâmına bir şey öğretmeyen, salla baş al maaş kafasında, derse gelip yoklama almakla yetinen ve bütün dersi öğrencilerin işlemesini (sunum yapmasını, kitaptan okumalarını) vs. talep eden, kendisini hiç zora sokmayan öğretmenler bu günde tebrik edilmeyi hak etmemektedir.
bir de öğretmenler gününde yapılan tören kapsamında şiir okuyanlardansanız tamam; siz görevinizi yerine getirdiniz demektir. (!)
anne-baba da bir öğretmendir aslında, o açıdan bakılacak olursa, onların da bu gününü kutlamak lâzım gelir.
insan öğretmenlerini unutmamalı, hiç olmazsa bu günnde arayıp sormalıdır. ama 'ya şimdi ne yapıyorsun ne ediyorsun diye soracak, boş gezenin boş kalfası takılıyorum iş miş de yok' diyorsanız aramamak istemekte haklısınızdır. o zaman siz de mesaj atarak bu sorumluluğunuzu îfâ etmelisinizdir.
yalnız öğrencisine yan gözle bakan, yahut ona şiddet uygulayan; ya da bağırıp çağırarak rencide eden, kök söktüren, bunları yapmasa bile öğrencilere bilgi nâmına bir şey öğretmeyen, salla baş al maaş kafasında, derse gelip yoklama almakla yetinen ve bütün dersi öğrencilerin işlemesini (sunum yapmasını, kitaptan okumalarını) vs. talep eden, kendisini hiç zora sokmayan öğretmenler bu günde tebrik edilmeyi hak etmemektedir.
gerçeklerle yüzleşmeye cesareti, kendini değiştirmeye azmi ve gücü olmayan insanların hayatını idame ettirmek için başvurduğu pratik yöntem. (!) bunlar; 'devekuşuna uç demişler, uçamam ben deveyim demiş. o zaman yürü demişler, yürüyemem ben kuşum demiş.' hesabı, her şeyi işlerine geldikleri gibi yorumlayarak kendilerini avuturlar. aslında bazıları kendilerini kandırdığının farkındadır ama bunu da görmezden gelir ve kendine yalan söylediğini bilerek bu yalanlara inanır. çoğu ise kendini kandırdığını bilmez, üstelik başkalarını da kandırmaya çalışır. diğerleri onu ti'ye alıyordur, yüzüne gülüp arkasından konuşuyorlardır ama bunun haberi yoktur. çünkü iyi dostlarım var diye kendini kandırıyordur. kilolu insanlarda da buna sıklıkla rastlanır. 'ben kilolu değilim ya, kemiklerim iri' derler, 'istesem 1 haftada tığ gibi olurum' derler, 'önemli olan kendinle barışık olmaktır' derler. kendisine karşı bahane üretmek isteyen insan için seçenek boldur. örneğin 'bana bir şey olmaz ya' deyip virüsün kendisine bulaşmayacağını sanmak da kendini kandırmaktır. hatta daha da ötesi kendini ateşe atmaktır. her türlü kötülüğü yapıp da 'kalbim temiz, özümde iyiyim' diyenler de kendini kandırır. bazıları da müslüman geçinir, hayatında ibadet nâmına hiçbir şey yoktur ama 'bunlar önemli değil, asıl sevap iyilik yapmaktır, çalışmaktır' derler. kimin sözleriyle davranışları birbirine uymuyorsa o kendini kandırıyordur. bu yalnızca din alanında değil, her konuda böyledir.
insan bilmediklerini ayağının altına alacak olsa başı yıldızlara değerdi diye boşuna dememişlerdir. daha kendi vücudunun nasıl çalıştığından, hatta onu bırakın; böbreğinin, dalağının, pankreasının nerede olduğundan haberi olmayan insanların her şeyi bildiğini iddia etmesi ne kadar gülünçtür. her şeyi biliyorum iddiasında bulunanlar aslında 'her şeyin câhiliyim' mesajı vermektedirler. işte başlıkta anlatılan insanların temel özelliklerinden bazıları şunlardır: kibirli davranırlar, kimseye danışıp fikrini almazlar, soru sormazlar, kim ne derse genelde tersini yaparlar, yanlışlarında ısrarcıdırlar, düşünmez ve sorgulamazlar. Öğrenmeye, değişime açık değildirler. bağnazdırlar ve sabit fikirlidirler. onları bildiklerinin yanlış olduğuna ikna etmek, deveye hendek atlatmaktan zordur.
yaptığınız işin finish olması durumudur. Bir insanın başına gelebilecek en trajik olaylardan biridir. bazı kişilerinin 'kovulmadım, istifamı bastım' şeklinde savunma yaparak üzerini kapatmaya çalıştığı bu durum; o işte mecburiyetten zorla çalışan kişileri etkilemez. 'sen kovmasan ben çıkacaktım zaten' diye düşünerek yollarına devam ederler. ama türkiye'nin %83'ünden fazlası (!) işten çıkınca ne kadar süreceği bellli olmayan bir buhran dönemine girer. önünde onu bekleyen uzun bir iş bulma faslı vardır; CV göndermeler, görüşmeler, 'biz sizi arayacağız' diyerek gönderilmeler, kariyer.net'de ilanıma kaç kişi bakmış diye kontrol etmeler, hatta bionluk'tan, armut'tan sadeceon'dan bile medet ummalar. eğer sizi işten ihraç ederlerken tazminat mazminat verdilerse yahut işsizlik maaşı alıyorsanız iç güveysinden hallice bir şekilde idare edebilirsiniz. ama dımdızlak ortada kaldıysanız işiniz yaş demektir. çoğu kişi işten çıkarılınca çalıştığı firmaya düşman kesilir. hatta bazıları karalama kampanyası başlatır. hayır yani; neden onca kişinin arasında siz? bunun onlara karşı bir cezası olmalıdır. (!) işten çıkarılmak bir dönüm noktasıdır aslında. yeni bir aşk, yeni bir iş demiştir sertap erener, ona kulak vermelidir. biri gider biri gelir diyerek yeni işlere yelken açmalıdır. zira hangi insan bir başladığı yerde ömrünün sonuna kadar çalışıyordur? miâdını dolduran ayrılır, geriye güzel iş anıları kalır. (tabii eminim öyle olur. yoksa suratsız patronun yaptıkları, iş yerinde sizi çekemeyenlerin fesatlıkları, mobbing faaliyetleri (!) falan da kalabilir.)
hoş geldiniz, bilginizle fikirler ve eleştiriler getirdiniz.
eski defterler ile zamanda yolculuk açılıyor. dün, bugün, yarın ve sonsuza değin el değmemiş konularda deneyim ve düşüncelerinizi açıkça paylaşabildiğimiz kronolojik bilgilik, hayata dair ne varsa aklınızdakilere 7/24 tercüman olacak etik çerçevede bir topluluğuz.
üyemiz olarak, zaman makinesi eski defterler'e siz de özgürce yazılar yazmak ve yönetimine katılmak ister misiniz? iletişim: sozluk@eskidefterler.com / +908503022238