confessions

farmasiyen

1. nesil murahhas - üstad - murahhas

  1. toplam entry 180
  2. takipçi 3
  3. puan 13659

yaz sağanağı

farmasiyen
Gökyüzünden birbiri ardına düşen damlalar altında sevgiliyle romantik bir yürüyüş yapma imkânı sunan doğa olayı. (!) sevgilisi olmayanlar da yaz yağmurlarını fırsat bilerek doğa yürüyüşüne çıkabilir, huzurla ıslanmanın keyfini yaşayabilir.  35-40 dereceyi bulan sıcaklıklar sebebiyle ağzı dili kuruyan topraklara âb-ı hayat katreleri gibi gelir yaz yağmurları.
Aslında 'yaz yağmuru' tam bir kız iki oğlanlı, bol holdingli, kötü oyuncularla dolu bir Türk yaz dizisi ismi olabilir. Çünkü biz Türklerin öyle sıradışı (!), olağanüstü (!), marjinal (!) yaz dizi isimleri meşhurdur: Gün ışığı, kalp atışı, yaz gecesi, çilek kokusu vb. vb. (bazılarını sallamış olabilirim, aşağı yukarı aynı şeyler olduğu için sorun yok)

yangın felaketi

farmasiyen
Burnu tıkansa iktidardan bilecek olan kişilere göre, iktidarın yüzünden çıkmış olan doğal âfettir. Hem türkiye'nin hem dünyanın çeşitli bölgelerinde çıkan bu yangınlar aslında anlayan insanoğulları için bir îkâz, ibret niteliğindedir. Küresel ısınmanın giderek arttığı, çevrenin ve uzayın her geçen gün daha fazla kirlendiği, insanların doğaya sürekli zarar verdiği düşünülecek olursa, bu yangınların gerçekleşmesine şaşmamak gerekir.
Kendi çıkarları söz konusu olunca onları elde etmek için yangından mal kaçırır gibi acele edenler, ülkenin menfaati için bir şey yapmak şöyle dursun, tam tersi yangınla ilgili asılsız şeyler paylaşarak yangına körükle giderler. Çünkü onların amacı nasıl daha fazla beğeni alırım, nasıl popüler olurum, bu yangını nasıl fırsata (!) çevirebilirim gibi şeylerdir. Hatta eminim fidan kampanyası adı altında kendi için para toplayanlar da vardır.
yangınla ilgili haberleri sosyal medyadan değil güvenilir yerlerden takip etmek en doğrusudur. Tabii ki yangınla ilgili doğru dürüst bir şey yazma cesaretini gösteremeyen, yangın hakkında yalan yanlış haberler yapan veya yangın orada son sürat devam ederken 'yangın söndürüldü' (!) diyen TV kanallarını kastetmiyorum.

eyvah eyvah

farmasiyen
İnsanların ayvayı yedikleri zaman kullandıkları ünlem cümlesi. Genellikle iş işten geçtikten sonra telâfuz edilir. Bir pişmanlık ifadesi olup 'keşke böyle yapmasaydım, salak kafam!' anlamına gelir.
Ayrıca 'eyvah eyvah' şeklindeki ikileme, bana emre aydın'ın eyvah şarkısını hatırlatmıştır. 'ama çok zor dayanmak, saat sabah 5'se, bıkmışsan ve istanbul'daysan' diyen emre aydın, sanırım sabahın köründe solundan kalkan, somurtarak işine giden, bu yaz günü sıcağın alnında çalışan fırıncıları falan kastetmiş olmalıdır. (!) 
Evet, 'bir başlık ne kadar amacından saptırılabilir?'sorusunu uygulamalı olarak cevaplamış, ata demirer filmi için açılan başlığı nerelre getirerek sizin farklı dünyalara yelkan açmanızı sağlamış bulunuyorum. Eski defterler yazarı olmak bunu gerektirir.

okullar açılacak mı

farmasiyen
öğrencilerden %98.6'sının 'hayır!' diye cevaplanmasını istediği soru. okulların yeniden eğitime start verdiğini farz etsek bile, çok geçmeden, birkaç ay sonra yeniden 'okullar açılacak mı?' sorunsalını düşünmeye başlayacağımız kesindir. çünkü vakalar böyle giderse, okulları aç-kapa aç-kapa pimapen pencereye çevirecekleri muhakkaktır. (!) 'Okullar açılacak mı?' şeklindeki yılın sorusuna, 'açılsın artık örgün uzaktan eğitimle olmuyor' diyenleri de anlamak mümkün değil. aslında bence okullar açılmalı, fakat okula gitmek isteğe bağlı olmalıdır. isteyenler uzaktan eğitim görmeye devam etmeli, herkes bu yeni dünya düzenine uyum sağlamalıdır. Artık dar kalıplardan kurtulmak, mekâna bağımlı kalmamak gerekir.
Hem bir çin atasözü (!) ne demiş: önemli olan eğitimin 'örgün' değil 'özgün' olmasıdır. .:)

sonsuz sayfaları ile eski defterler

farmasiyen
'Sonsuz sayfalarıyla Eski Defterler'. Evet, Eski Defterler ancak bu kadar güzel özetlenebilirdi dedirten başlık.

Buradaki her bir başlık, her bir entry apayrı bir sayfa. Hatta apayrı bir kitap. Hani bazen rüya içinde rüya görürsünüz ya, onun gibi. Ya da bir kutunun içinden bir paket çıkar, onun içinden de bir paket. İşte Eski Defterler'deki her yazı böyle kat kat derin anlamlarla sarılmıştır.
Doğru, buradaki başlıkların da bir sayısı var, entryler sınırsız değil sonuçta. Ama onların yaşattığı duygular, hissettirdiği mânâlar sonsuz kılıyor onları.
Eski Defterler'e kayıt olmak, burada yazı yazmak çok kolay. Bu dijital memleketin insanlarıyla kaynaşmak da öyle. Zor olan şu ki Eski Defterler'i bırakamıyorsunuz. Her gün mutlaka buraya girmek, kim ne yazıp çizmiş diye bakmak istiyorsunuz. Hangi başlıkların açıldığını merak ediyorsunuz. Çünkü Eski defterler'in böyle bir atmosferi var.

Hani –benim annem dâhil- birçok ev hanımı her gün dizi izler gibi yemek programı izler, kim kaç puan alacak diye heyecanla takip eder ya. İşte onun gibi. Günlük bir rutin hâline gelmiş eski defterler bizim için ama her gün heyecan verici. yani hem vazgeçemediğimiz bir alışkanlık, hem de monotonluktan uzak.

yaz yaz bitmez!

insanın yazmaya doyamadığı bir yer eski defterler. çünkü karşında, 'nereden ne bulsam da şunu rezile etsem' diye fırsat kollayan bir kitle yok. insanlar yazdıklarını delik deşik etmeye, tadını kaçırmaya çalışmıyor. kimse açık arama derdinde değil. bilakis herkes birbirinden bir şeyler öğrenmenin, birbirine faydalı olmanın peşinde. tabii ki eski defterler'de âdâbıyla mizah da yapılıyor. neticede burası bir akademi değil. eğlenceyi ve bilgiyi ikisinin de büyüsünü bozmadan birleştiriyor eski defterler.

burada mürekkep kurumaz!

eski defterler kalemiyle tarih yazmak isteyenlerin yeri. gönülden inciler mekânı. mürekkebin kurumadığı, tam aksine yazıldıkça daha da yazdıran bir yer. hani tuzlu su içince harareti daha da artarmış ya insanın, bunun gibi. yazıyorsunuz ve daha çok yazmak istiyorsunuz. çünkü rahatlıyorsunuz, pozitif enerjiyle dolduğunuzu hissediyorsunuz. biliyorsunuz ki eski defterler'in binlerce üyyesi olduğu kadar binlerce misafiri de var. yazdıklarınızı başkalarının okuyacak olması, birileriyle bir şeyler paylaşmak sizi mutlu ediyor.

tabii kendiniz de başkalarının yazdıklarını okuyorsunuz. kâh ilham alıyorsunuz, kâh gülüyorsunuz, kafanız dağılıyor. hem eski defterler'de öyle egolu bir moderasyon ekibi de yok. –deyim yerindeyse- tebdil-i kıyafet ile halkın arasına karışan hükümdarlar gibi onlar. sizin gibi yazıyorlar, okuyorlar falan, gerektiğinde eski defterler'in pırıl pırıl aynasını lekeleyebilecek şeyleri uzaklaştırıyorlar buradan. (uygunsuz entryler gibi.)

eski defterler'i bir okyanusa benzetiyorum ben. herkes buradan kovasını dolduruyor her gün ama eski defterler'in suyu azalmıyor. eski defterler her gün büyümeye devam ediyor. buraya gelen üyeler kendileri kazanıyor aslında. çünkü burası sadece bir sözlük değil. sıcak bir yuva gibi bir nevî.

eski defterler'i gereksiz övdüm gibi gelebilir ama nedense içimden bunları yazmak geldi. belki bunda, gerçek bir sözlüğe hasret kalmamın da payı var. çünkü birçok sözlükte takıldım, kimisinin yöneticileri kendini kaf dağında görüyor istediği şeyi siliyor, istediğini banlıyor. kimi sözlükler güncel değil –deyim yerindeyse- in-cin top oynuyor, kimsecikler yok. boş bir odada sesiniz yankılanır ya hani, kendiniz çalıp kendiniz oynuyorsunuz resmen.

oysa eski defterler öyle değil. dedim ya hem moderasyon ekibi sıcak kanlı insanlar hem de eski defterler gelişmeyi sürdüren, güncel bir platform. öyleyse bize de bu platformun değerini bilmek düşer.

'sözlük yazarı olmalıyım'

farmasiyen
sözlük yazarı olmalıyım diye düşünenlere sesleniyorum. bunu hemen eski defterler'de gerçekleştirmenin tam zamanı. burada yazmak aslında yalnızca 'sözlük yazarı' olmaktan ibaret değil. mâlum, ülkemizde yazar olmak kolay. eline kalem alan yazıp çiziyor, köşe yazarlığı yapıyor, kitap çıkarıp yok satıyor. eline mikrofon alan sunucu oluyor. yazmak mesele değil de, nitelikli yazmak mesele.

işte eski defterler, nitelikli yazanların adresi. dışarıdan bakıldığı zaman normal bir sözlükten farkı yok gibi. insanlar da öyle değil mi? hepsi görünüşte insan ama her birinin karakteri çok farklı. işte eski defterler'in farkını da içine girip bu ortamın havasını soluyanlar çok iyi anlıyor.

eski defterler'in böyle nostaljik, otantik bir havası var âdeta. geçmişten esintilerle insanın ruhunu okşuyor. fakat bugünün konuları da hararetli bir şekilde eski defterler'de konuşuluyor.

öte yandan gelecekle ilgili şeyler de burada masaya yatırılıyor. kim demiş biz küresel ısınmayla ilgilenmiyoruz, 2023 türkiyesi bizi alâkadar etmez diye? eski defterler yazarları her konuda bir şeyler söylüyor. çünkü burası zengin, özgür, seviyeli ve samimi bir platform.

Suya mı Taşa mı?

başka sözlüklerde yazmayı suya yazmaya benzetiyorum ben. o kadar emek harcadığınız, bir hevesle uzun uzun yazdığınız şeylerin yerinde yeller esiyor bazen. bir bakıyorsunuz onlarca yorum gelen başlığınızı silmişler. ya da bir başlığa yazdığınız entry yok oluvermiş sessiz sedâsız. daha da beteri, bazen hesapları bile kapatıyorlar. onlar buna 'uçurmak' diyorlar. insanların emeğine dinamit koyarak havaya uçuruyorlar evet! (!)

oysa eski defterler'de böyle bir risk yok. herkes istediği gibi yazıyor ve bunların asla silinmeyeceğinden çok emin. tabii ki eski defterler'in bir prestiji, güçlü bir imajı var. eski defterler biliyor ki, özgürlük ve taşkınlık çok farklı şeyler. onun için hakarete, küfüre izin vermiyor. bölücülüğe sevk eden, insanları kışkırtan yazılar burada kendine yer bulamıyor. zaten eski defterler'in böyle nahiv ve zarif bir platform oluşu, huzurlu ortamı bundan kaynaklanıyor.

neyse, başka yerlerde yazmak sanki su üzerine yazmak gibi demiştim. eski defterler'de yazmak ise taşa yazmaya benziyor bence. silinmiyor, tam tersine bugüne de geleceğe de iz bırakıyor. yazarlar burada tarihe sesleniyor, bugünü kayıt altına alıyor ve geleceği daha gelmeden tartışıyor.

eski defterler'in eskimeyen yazıları!

eski defterler'i dijital bir kamera, dev bir arşiv olarak nitelendirmek de mümkün. geleceğe not bırakmak isteyenler de, tarihi yeniden gün yüzüne çıkarmayı arzu edenler de burada amacını gerçekleştirebiliyor. çünkü eski defterler zaten bunun için kuruldu.

sözlük konseptine sahip olduğuna bakmayın. aslında bir sözlükten çok daha fazlası. buraya sadece sözlük gözüyle bakmak haksızlık olur. eski defterler ayırım yapmadan her düşünceye bünyesinde yer veriyor. insanlar birbirlerine saygısızlıkta bulunmadığı sürece bunun hiçbir mahzuru yok.

yani eski defterler bir renk cümbüşü gibi. rengârenk bir gökkuşağı gibi. istanbul'un kapalıçarşısı var ya hani, internetin kapalıçarşısı da eski defterler aslında. ne ararsanız bulmanız mümkün. tarihi olaylar, gündem konuları, geleceğe dair tahminler. eski defterler'in içeriğini belli şeylerle sınırlamak imkânsız olduğu için, burada neler konuşulduğunu da tek tek saymak olanaksız. iki lafın belini kırmak isteyenler burada toplanıyor. eğlenirken öğrenmek ifadesi burada hayat buluyor. evet, eski defterler bir chat sitesi değil ama, burada samimi arkadaşlıkların kurulduğu, sözlük yazarlarının özelde birbiriyle kaynattığı da inkâr edilemez. (!)

eski defterler'in eskimeyen yazıları ruhumuza ilaç, kalbimize âb-ı hayat gibi geliyor âdetâ. bunları uzaktan okuyup 'ne edebiyat parçalıyor bu, alt tarafı klasik bir sözlük?' diyenler varsa, buyursunlar bekliyoruz. eminim bu kapıdan girdikten sonra bana hak verecekler.

tam kapanmanın özeti

farmasiyen
'adı var kendisi yok' tam kapanmanın en kısa tanımı, bilim kurulu'na göre bu şekildedir. (!) çoğu kişi pencereden dışarı her baktıklarında yoğun bir insan manzarasıyla karşılaştığını belirtirken, nedense bizim mahallede -in cin top oynuyor- dedikleri durum mevcuttur. parası veya işi olmayan halk evinde uslu uslu otururken, çalışmak isteyen yine her türlü çalışmakta, para harcamak isteyen de amacını gerçekleştirmektedir. tam kapanmanın tam olarak uygulandığı söylenemese de, bence vaka oranlarında önemli bir azalmaya yol açabilir.

fakat şu da bir gerçektir ki, tam açılma olmasıyla beraber etrafa çil yavrusu gibi dağılan halk (!) yine aynı bildiğini okursa o kadar kapandığımız yanımıza kâr kalacaktır. çünkü bazı insanların algıları kapalıdır! onları eve kapatmak bir şey ifade etmemektedir. adamlar virüs mirüs tınlamazken belli bir süre kısıtlanmak onların daha da bilenmesine yol açar.

tam kapanma haberini duyunca marketlere akın edip her şeyi yağmalamak ise tam cehâlet olarak nitelendirilir.

çevre katilleri

farmasiyen
çevreyi kirleterek doğanın yok olmasına öncülük eden varlıklardır. onlar doğadan yararlandıkları halde doğaya yarayan bir şey yapmaz; doğayı sömürmekten başka bir şey bilmezler. gereksiz yere ağaçları kesenler, bilinçsizce avlananlar bunlara örnektir. ormanda ateş yakıp bırakan, sokaklara veya doğal alanlara çöp atan kişiler de çevreyi katletme teşebbüsünde bulunan diğer suç ortaklarıdır. aslında bangır bangır korna çalarak ya da başka bir şekilde insanları gürültüsüyle rahatsız edenler de çevre kirliliği oluşturur. çevreyi kirletmek sadece atık maddeler bırakmak değil, yüksek ses gibi soyut şeylerle de rahatsızlık vermektir. gerçi etrafımız bal dök yala denecek kadar temiz olsa da aslında her yer mikroplarla dolu, orası ayrı bir konudur. çıkarcılar, benciller, dolandırıcılar, yalancılar; zararlı mikroorganizma çeşitleri çoktur. bakteriler, mantarlar, tek hücreli canlılar falan bunların yanında halt etmiştir. çevreyi kirleten asıl unsurlar bunlar olsa da yapacak bir şey yoktur.

çocuk olmak

farmasiyen
öcülere inanacak, annesi onu dövdükten sonra bile yine annesine sarılacak kadar saf olmaktır. aydede ile arkadaşlık etmek, gargamel'den, cadılardan, devlerden korkmaktır. hayat fakültesinin hazırlık sınıfında okumaktır. en ufak şeylere bile kızıp küsmek ve oynamaktan vazgeçmek, ama bir taraftan da dünyayı kurtarmayı, uzaklara uçmayı, kötülerle savaşmayı hayal etmek, kendi dünyasında en cesur insan olmaktır. tabii çocuk olmak her yaş grubu, dahadoğrusu her bir çocuk için farklı anlamlar ifade eder. esirgeme yurtlarında, yetimhanelerde büyüyen kişiler için çocuk olmak aile özlemini en derin şekilde hissetmektir. onlar için çocukluk, hiçbir zaman tadına varılarak yaşanamamış ızdıraplı bir zaman dilimidir. lüks evlerde, bakıcıların elinde büyüyen çocuklar için çocuk olmak her istediğinin alınması, her dediğine tamam denilerek alabildiğine şımartılmaktır. böylece egoist bir insan olmanın temelidir. köyde yaşayan, her gün okula gitmek için kilometrelerce yol yürümek zorunda kalan veya ya maddi imkânsızlıklar ya da bağnaz bir aile yüzünden hiç okula gidemeyen çocuklar için ise bu süreç, her zaman hevesinin kursağında kaldığı, her şeyi içine attığın, ama buna rağmen umudunu kaybetmediğin, hayallerine sarıldığın, büyümek için bitmesini dört gözle beklediğin bir dönemdir.

edit: 18 yaşının altındaki herkese kanunlar tarafından 'çocukk' sıfatı verilmiş olsa da ergenlik çağına gelip -kusura bakmasınlar ama- kazık kadar olan kişileri de çocuk olarak görmek yanlıştır. 18 yaşın altında diye çocuk gibi muâmele görsün, her yaptığına göz yumulsun; böyle bir memleket yoktur.

tüm çocukların, çocukluklarını yaşayabilmeleri, gerçekten çocuk olabilmeleri dileğiyle.

23 nisan

farmasiyen
bazı seçilmiş çocukların 1 günlüğüne mahsusçuktan (!) devlet makamına getirildiği gündür. 23 nisan'ın ulusal egemenlik ve çocuk bayramı olduğunu herkes bilir; şiirler okunur, günün anlam ve önemini belirten konuşmasını yapmak üzere falanca arkadaş kürsüye davet edilir, tören alanında alkışlar kopar falan ama unutulan bir şey vardır: çocukların her gün hatırlanması ve mutlu edilmesi gerektiği. tıpkı 8 mart'ta tebrik edilen kadınlar gibi, 9 mayıs'ta akla gelen anneler gibi, 20 haziran'da gündeme gelen babalar gibi. bugünün çocukları, geleceğin topluma faydalı bireyleri olsun istiyorsak yılın geri kalan günlerinde de onlara karşı sorumluluklarımızı yerine getirmemiz gerekir.

23 nisan'da özellikle kars, şırnak, ağrı, tunceli, van vb. başta olmak üzere tüm illerdeki muhtaç çocuklarına, köyde yaşayan çocuklara, maddi imkânsızlıklar nedeniyle hayallerinden vazgeçen çocuklara bir güzellik yapılsa; hepsine bir tablet verilse belki 23 nisan olması gerektiği gibi kutlanmış olur.

çöpçatanlık siteleri

farmasiyen
tam da adına uygun şekilde hareket eden, çöp gibi bir işe yaramayan internet sayfaları topluluğu. amaçları insanların izdivâcına vesîle olmak, aslında hayırlı bir işe imza atmaktır. (!) bunun için kâr amacı gütmeden insanlara hizmet verirler. daha doğrusu verdiklerini iddia ederler. oysa bir sitenin kullanıcılarından para istememesi veya reklamlarla bile olsa gelir elde etmemesi, onun iyi bir site olması için yeterli değildir. evde kalmak canına tak eden kişiler kendini can havliyle çöpçatan sitelerine atıp, artık şansına kim çıkarsa onunla bir muhabbet tesis etmeye çalışır. gerçi iki insanın arasını bulan, dünya evine girmelerine aracılık eden herkes çöpçatan olarak nitelendirilemez. hayırlı işe tavassut etmek güzeldir. fakat bunu yapacak olan nternet siteleri değildir. webcam üzerinden âşık olan kişi de çeyiz niyetine artık gif paketi falan gönderir. takı olarak emoji takar. çocuklarının adlarını da nuriye, fevziye, dûriye, hayriye koymak yerine; dijitaliye, onliniye, sosyaliye falan koyar. kaldırılan evlilik programlarının internetteki uzantıları çöpçatan siteleridir. bunları imhâ ederek insanlık için bir adım daha atmak gerekir.

survivor saçmalığı

farmasiyen
her yıl tv ekranlarında arz-ı endam eden mantıksızlıklar silsilesi. aslında çok fazla survivor izlemeyen bir insan olarak, şu an yaptığım biraz hâriçten gazel okumak gibi olacak ama neyse, görünen köy kılavuz istemez diye boşuna dememişler değil mi? evdekiler sebebiyle mâruz kaldığım survivor işkencesi iki oğlan 1 kız ve<ya tam tersini konu edinen iğrenç türk dizilerinin bile daha altında kalıyor. gönüllüler ve ünlüler olarak sınıflandırılan iki insan grubunun (!) bir adada hayatta kalma mücadelesi neresinden bakarsanız bakın 'bakın biz gerçek değiliz, bunlar rol, her şey ayarlanmış' diye bağırıyor. galiba bilim kurulu falan toplansa, beni o survivor yarışmacılarının o koşullar altında yaşadığına, kamera kapandıktan sonra kendilerine ziyafet çekmediklerine ikna edemez! acun ılıcalı'nın dayanılmaz iticiliği de işin içine girince survivor, tıpkı siz uyumaya çalışırken sokakta oynayan çocuklar gibi gerçekten katlanılamaz bir hâl alıyor!

kadın-erkek ilişkileri

farmasiyen
çoğu kişi tarafından basite indirgenerek sadece cinsel tatmin yolu olarak görülen birliktelik. aralarında nikah yoksa buna flört, nikah varsa evlilik oluyor. aslında tanım bu kadar yüzeysel değil. eğer aralarında nikah yoksa ve evlenmeyi düşünmüyorlarsa buna 'maksat dostlar alışverişte görsün' ilişkisi (!) denir. ya da daha kısa tabirle: gönül eğlendirme.

kağıt üzerinde atılmış bir imza varsa fakat ikisi ayrı dünyaların insanıysa buna da formalite veya 'karı-kocacılık' (oyunu) denir.

bir taraf seviyor, diğer taraf umursamıyorsa bu da platonik olur. karşı taraf senin ömrünü yediği halde ondan vazgeçemiyorsan buna da tıpta 'enâyilik' teşhisi koyulur. (!)

bazen kadın-erkek ilişkisi arkadaşlık şeklinde olur. ama bunlar iki eski sevgiliyse o arkadaşlık fazla uzun süremez.

kadın-erkek ilişkilerinin temeli güven olsa da çoğu kişi başka şeylere önem verir. kimileri için önemli olan tipidir, kimileri için parası.

türk dizilerindeki kadın-erkek ilişkilerinden bahsediyorsak ihtiyacımız olan malzemeler şunlardır:

türk dizisi erkeği nasıl yapılır? pratik tarif (!)

- 1 adet holding patronluğu
- İki adet kadın kıskançlığı
-İkisinin arasında kalmaktan dolayı oluşan 1 tutam kararsızlık
- güzel bir adet sekreter
- özel şoför

türk dizisi kızı nasıl yapılır? en kolay tarif (!)

-burslu okunan bir adet okul
- sümsük arkadaşlar
- sorunlu bir adet aile
- olmayan paracıklar
- holding'de işe girmek

siz de kendi ilişkinizde böyle kıvamı tutturmak istiyorsanız püf noktalarına dikkat etmeniz gerekir. kadın-erkek ilişkisinin püf noktaları şunlardır:

1- empati yapın.
2- en ufak şeyi büyütmeyin. önce nedenini öğrenin, anlamadan dinlemeden yargısız infaz yapmayın.
3- güvenmiyorsanız, içinizde hep bir kuşku varsa o ilişkiye devam ederek kendinizi yıpratmayın. zaten size sürekli yalan söylüyorsa sizin birbirinizden aldığınız elektrikte kaçak var demektir.
4- sevdiğinizi söylemekten, durduk yere sürpriz yapmaktan çekinmeyin.
5- onunla yaşlanmak gibi bir hayaliniz yoksa bence ilişkinizi gözden geçirin.

uzaktan eğitim tavsiyeleri

farmasiyen
1- eğitimini online sistem üzerinden alan herkesin ihtiyaç duyduğu uygulamalar. bunların başında her şeyden evvel, kendini okul modundan tamamen soyutlamama kuralı gelir. yani siz 'aman nasıl olsa o gudûbet (!) okula artık gitmiyorum, o suratsız (!) öğretmenlerimin yüzünü görmüyorum, o sınıfın itici insanlarıyla muhatap olmak zorunda kalmıyorum oh bee' deyip tatile girmiş gibi davranırsanız, bu iş yürümez. kendinizi o moda sokmak için sabah erken kalkmanız, okula gider gibi hazırlanmanız, her gün dersleri düzenli takip etmeniz ve tekrar yapmanız önerilir.

2- tabii şimdi uzaktan eğitim görüyoruz diye ailemize de hayatı zehir etmemek gerekir. Örneğin benim, 'konsantrasyonum bozuluyor, TV'yi açmayın, konuşmayın' diyen; bununla da yetinmeyip yukarıdaki daireden çocuk sesleri, hatta terlik sesleri geliyor diye sinir krizine giren bir kardeşim vardır.

3- bir de uzaktan eğitim sırasında dikkat edilmesi gereken en mühim konu, mikrofonu açık unutmamaktır! yoksa herkese rezil olmanız an meselesidir.

4- ayrıca madem teknolojik eğitime geçtik, bunun hakkını vermek; internetteki farklı ders videolarını da izlemek lâzımdır. belli bir kaynağa takılıp kalmak yanlıştır.

5- uzaktan eğitim sırasında tüm bildirimleri sessize almak tavsiye edilir. yoksa o derse odaklanmak hiç kolay olmayacaktır.

camdaki kız dizisi spoiler

farmasiyen
camdaki kız hakkında çok özel tüyoları paylaşmak istediğim başlık. önemli uyarı: spoiler yemekten hoşlanmayanlar için yan etki yapabilir! dizinin tadı kaçsın diye değil, daha çok tadı çıksın ve daha bölümler yayınlanmadan önce her şeyi siz bilip insanlara hava atın, onlara spoiler vererek bu döngüyü devam ettirin diye eski defterler'in hizmetine sunduğum bu başlıktan çok şey öğreneceksiniz!

hayat şarkısının hülyâ'sı olan burcu biricik bu diziyi izlememdeki asıl sebep. gerçi 'şefff!' diyen, filiz ve hülyâ'nın baş belâsı mahir'i burada görmemek bizi biraz hayal kırıklığına uğratmış olsa da, önemli değil. camdaki kız oyuncuları, camdaki kız kimler oynuyor, camdaki kız oyuncu kadrosu diye gerçekleştireceğiniz arama sorguları sizi haber sitelerine yönlendirecek ve spam anahtar kelimelerle dolu saçma sapan yazılara mâruz bırakacaktır. oyuncu kadrosunu herkes gördüğüne göre bundan bahsetmek anlamsızdır. şimdi okuyacaklarınız camdaki kız'ın enteresan hikâyesidir. (bu arada, netflix'te çıkacak 'penceredeki kadın' filmini de hatırlamamak imkânsız. insan 'ya biraz doğal olun, orijinal bir şeyler bulun ya' demekten kendini alamıyor. ben de 'vitrindeki erkek' diye dizi yapayım da tam olsun bâri!!!)

nâlân, güzeller güzeli, işinde gücünde bir kızdır. ancak çocukluğundan beri ona âdeta işkence çektiren bir annesi vardır. ergenliğe girdikten sonra nâlân'a sürekli korse taktırmış, onu gizli gizli çıkarması veya başka birinegöstermesi hâlinde 'sana dünyayı dar ederim, benim ve babanın yüzünü bir daha göremezsin, kendimi öldürürüm' diye tehditler savurmuştur. hatta kızını okulda sinsi sinsi takip etmiş, bir gün korsesini çıkardığını ve takabilmek için başka bir arkadaşından yardım istediğini görünce herkesin içinde evire çevire dövmüştür. bu da nâlân'da travma meydana getirmiştir. kız, aradan kaç yıl geçse de onu unutamamıştır. buna rağmen 'annem de annem, annem de annem' demekte, onun sözünden çıkmamaktadır.

diğer tarafta sedat koroğlu zengin, şımarık, her türk dizisinin olmazsa olmaz karakter tiplemesidir. varlıklı fakat cimri bir babası vardır. öyle ki babası evinde çalıştırdığı adamlardan birine çöpleri karıştırmasını emretmekte, ne kadar tuvalet kağıdı, ne kadar yemek atılmış; gramajına kadar hesaplattırmaktadır!

sedat canan isimli evli bir kadına âşıktır. ancak yolu nâlân ile kesişecek ve onunla evlenecektir. bu evlilik zavallı nâlân için bir masalın değil kâbusun başlangıcı olacaktır.

gelelim spoiler ziyafetimize:

1- nâlân'ın annesi feride, onun annesi değil. babası da onun babası değil. aslında onlar nâlân'ın anneannesi ve dedesi. nâlân'ın annesi, erkek kardeşinin tecâvüzüne uğramış. yani nâlân, öz dayısının çocuğu! nâlân'ın annesi ölmüş ve bakımını anneannesi ile dedesi üstlenmiş. ancak anneannesi ona her baktığında bu olayı hatırlıyor ve aynı şey nâlân'ın da başına gelmesin diye, onun kadınlığına kilit vurmak istiyor. bu yüzden küçüklükten itibaren korse taktırıyor, evlenmeden kimsenin kendisine dokunmasına izin vermemesi gerektiği konusunda her gün sıkı sıkı tembihliyor. nâlân bunu, dedesi öldükten sonra öğrenecek.

2- nâlân ile sedat 8 yılevli kaldıktan sonra boşanacaklar. nâlân hayri adında, evli ve 3 çocuk babası biriyle yıllarca ilişki yaşayacak. ama hayri de bunu terk etmek isteyince bizim nâlân'da ipler iyice kopacak.

(Devamını merak edenler yorum yapsınlar sayımızı bilelim!) :)

böyle pc oyunu görmediniz

farmasiyen
itiraf ediyorum, dikkat çekmesi için yazdığım ve başarılı olduğuna inandığım başlık. :) ama durun, hemen sayfayı terk etmeyin. daha eski defterler'de karpuz keseceğiz. :) bu saçma girizgâhtan sonra bilgisayar oyunlarıyla ilgili birkaç kelâm edesim var. eskiden super mario, net online,pinball, sudoku falan oynayan bizler; şimdi pubg, metin2, CS:GO, dota, League of Legends, fifa20 oynayan bir neslin bu oyunlara nasıl böylesine bağımlı olduğunu hayretle karşılıyoruz. oyun yüzünden yemek yemeyi unutan, bundan da kötüsü arkadaşını öldürme derecesine gelen hatta öldürenler bile var; onlar başka bir boyut. gerçi sadece ergenlik döneminde olan ve Z kuşağı diye nitelendirilen o nesil değil, yaşını başını almış insanlarda da bir oyun merakı mevcut. evet, zekâ geliştiren oyunlar da üretilmiş, oyunlar sayesinde para kazanan, adını Türkiye'ye ve hatta dünyaya duyuranlar da bulunuyor. sonuçta e-spor sektörü hızla gelişmeye devam ediyor. kimse bilgisayar oyunlarının külliyyen faydasız olduğunu söylemiyor. ancak sürekli oyunlarla vakit öldürmenin, oyunlar yüzünden kendisini, ailesini, arkadaşlarını, eğitimini ve kişisel gelişimini ihmal etmenin de savunulacak bir tarafı bulunmuyor.

öyleyse hayat bir oyun değil ancak bilgisayar oyunlarından çok daha eğlenceli! diyelim ve oyunlarla çok fazla iştigâl eden insanları bu kötü alışkanlıktan bir an önce kurtulmaya davet edelim. oyunda kazanırken zamanınızı, gençliğinizin en güzel yıllarını kaybetmeyin. oyunda aldığınız seviyelerin sizi iş hayatında da yükseltmeyeceğini unutmayın. oyunda puan toplamaktansa, hayatınızı yaşayıp güzel anılar biriktirin!

Kamu spotumuzu beğendiyseniz lütfen yorum yaparak destekleyin. eski defterler'in sessiz sakin takılan üyelerine çağrımdır!

ramazan'da beslenme

farmasiyen
her zamankine göre daha fazla dikkat edilmesi gereken bir konu. çünkü ramazan'da vücut gün boyu aç ve susuz kalır. bu yüzden iftar ve sahur arasında her şeyi halletmek gerekir. ancak bu, midenizi çıfıt çarşısı gibi doldurun demek değildir. her şeyden yemenin en önemli şartı azar azar yemektir. sofrada sebze de olmalı, kuru baklagil de olmalıdır. bazen et, bazen tavuk, kimi zamand da balık yenmelidir. iftardan hemen sonra daha yiyecekler mideye yerleşmeden, yangından mal kaçırır gibi hemen tatlılara ve meyvelere saldırmamalıdır. yemekten sonra hemen meyve yemek de kilo aldırır. tatlı olarak da tabii ki her istediğinizi yeme lüksünüz yok. (eğer yanlarım çıkmasın, basenlerim şişmesin, selülitlerim artmasın diyorsanız kurallara uymalısınız. yok ben kilolarımla mutluyum, can boğazdan gelir bir daha mı gelecez sanki dünyaya (!) diyorsanız siz rahat takılabilirsiniz.) işte tatlı olarak da pastalar, baklavalar, şöbiyetler, kadayıflar, sütlü nuriyeler falan sizden uzak olmalıdır. onun yerine ev yapımı, sütlü hafif tatlıları tercih etmeniz lâzımdır. bolca su içmeyi ihmal etmemelidir. sonra gün içinde susayınca 'ağzım dilim kurudu yaa' diye şikâyet etmemelidir.

kızartmalardan, aşırı tuzlu, ekşi, acı, baharatlı şeylerden, hazır ürünlerden, özellikle sahurda turşu, salamura, hamur işi gibi şeylerden (susatacağı için) kaçınmak önerilir. kalbin 'haydi söyle onu nasıl sevdiğini, haydi söyle' diyerek seni yemeksepeti'nden sipariş vermeye teşvik ettiği, gözünün önünde iskenderler uçuştuğu, kfc reklamlarındaki o 'parmak ısırtan lezzet' sloganı kulaklarında çınladığı halde kendine hâkim olabiliyorsan sen bir kahramansın demektir!

hoş geldin ramazan

farmasiyen
lafta kalmaması, icraata geçirilmesi gereken cümle. ramazan-ı şerifi karşılamak gâyesiyle 'hoş geldin ramazan' sözleri söyleyenlerin, 1 ay boyunca sanki o hiç gelmemiş gibi davranması büyük bir tezatlıktır. Ramazan'a hoş geldin deyip de, onu yaşarken hiç hoş şeyler yapmayan insanların bu karşılama mesajı (!) havada kalmaktadır. Hoş geldin ramazan diyenlerin, onu en iyi şekilde değerlendirmeye çalışması gerekir.

tabii ki Ramazan'ı ihyâ etme (değerlendirme) kavramı yanlış anlaşılmamalıdır. şöyle ki:

1- Ramazan'da çalgılı çengili, kadın erkek karışık organizasyonlar Ramazan'ı ihyâ etmek değildir. ('sizi gidi yobazlar, örümcek kafalı gericiler siziii' diye düşünenler kabul etmese de, bu böyledir.)

2- Gün boyu 'ayy çok susadım, ayybana bişeyler oluyo fenâlık geliyo, midem sırtıma yapıştı' (!) tarzı söylemlerde bulunmak ve böylece her şeye rağmen (!) oruç tutmayı başarabildiğini îlân ederek millete ne kadar takvalı, mütedeyyin, muhafazakar (!) olduğunu ispatlama çabası Ramazanı değerlendirmek değildir.

3- İftar okunur okunmaz daha ezanın bitmesini bekleyip önce 'ya oruçlunun iftar zamanındaki duası kabul olurmuş dur dua edeyim belki kabul olur' bile demeden, 'su veya hurma ile oruç açmak sünnetmiş ben de öyle yapayım' diye düşünmeden direkt yemeklere yumulmak, tıka basa yedikten sonra 'şimdi çatlayacaaam, mide fesadı geçiriorum' moduna girmek, sonra kalkıp TV karşısına oturmak ve saatlerce orada çakılı kalmak, teravih namazı falan da kılmayıp (adam farz namazları bile kılmıyor gerçi) sahura kadar sosyal medyada dini paylaşımlar (!) yaparak sevap işlediğini zannedip sahurdan sonra da öğleye kadar yatmak!!! Ramazanı değerlendirmek değildir. (sanırım dünyanın en uzun cümlesi olmaya aday bir cümle olmuştur.)

4- İftar ve sahurda tabağını Eyfel kulesi gibi doldurup, sonra yemediklerini çöpe atarak israf yapmak; yahut bu pandemide herkesi iftara çağırıp coronalı coronasız tmaslı memaslı demeden katıp karıştırmak, kendini de milleti de riske sokmak Ramazan'ı ihyâ etmek değildir.

aşı bizi korur

farmasiyen
sağlık bakanlığı başta olmak üzere tıp dünyasıyla kıyısından köşesinden ilgili olan herkesin ileri sürdüğü iddia. ama 'aşıların içinde çip var, beynimizi ele geçirmeye çalışıyorlar, bakın görürsünüz aşı yapılan herkes 5 yıl içinde ölecek (!)' diye düşünenler için durum bunun tam tersidir. onlara göre aşı, dış güçlerin bir oyunudur. aslında aşı falan yoktur. aşı diye gönderilen şeyler Türk nüfusunu yok etme projesidir. (!) gerçi alman aşısı, amerikan aşısı, çin aşısı gibi farklı aşı türleri olduğundan mütevellit halk da hangisine güvensek, hangisi daha çok işe yarıyor diye tereddüt etmekte haklıdır. aşıların halkı avutmak için ortaya çıkarıldığı, aslında pek de bir etkisinin olmadığı gibi söylemler de en az 'aşı olun kurtulun!' ifadesi kadar yaygındır. bu iki zıt kutubun çatışması sürerken, acaba anti aşıcılar mı yoksa aşı sempatizanları (!) mı gâlip gelecektir? şimdilik merak konusudur. forever corona aşısı, aşı is comeing (!) diyenler bir yanda, 'dağları aşarım yine de aşı olmam' (!) diyenler başka bir taraftadır. aşıların coronavirüse yakalanmayı %100 engellemediği inkârı mümkün olmayan bir gerçektir. ama aşı olanla olmayanı karşılaştırırsak, olanların belki bir tık daha avantajlı konumda yer aldığı söylenebilir. Fakat aşı olan kişi de tabii ki maskesini takmaya ve diğer önlemleri almaya devam etmelidir. aşının kesin koruyuculuğu olmadığından dolayı, bu önlemler onlar için geçerliliğini kaybetmez. eğer aşı bizi hakikaten koruyor olsaydı, aşı seferberliği ilan edilir, aşı yapmak zorunlu kılınır ve yapmayanlara meşhur para cezaları tatbik edilirdi. yanlış mıyım? eski defterler'de aşı olanlar, olmayı düşünenler, aşıdan aşırı korkuyorum (!) diyenler varsa fikirlerini bekleriz.

abd savaş gemileri karadeniz yolunda

farmasiyen
ABD, Türkiye'ye 2 savaş gemisinin Karadeniz'e çıkması üzere bildirimde bulunmuştur. Moskova ise Karadeniz'de yaşanan hareketliliğe tepki göstererek çatışma çıkarsa vatandaşları korumak amacıyla tedbir alacağını duyurmuştur. ABD tarafından Karadeniz'e gönderilecek olan gemilerden biri daha evvel boğazdan geçmiş olan USS Donald Cook olarak bildirilmiştir. Rusya ile Ukrayna arasında tansiyon gittikçe yükselmektedir. ABD ise Kiev'in yanındadır ve Rus saldırganlığına karşı tarafını bu şekilde belirlemiştir. Türk boğazlarından 2 savaş gemisinin Karadeniz'e çıkması için başkente diplomatik bildirimde bulunulmuştur. ABD'ye ait olan iki savaş gemisinin Montrö Sözleşmesi'ne uygun olarak diplomatik kanallardan Karadeniz'e çıkacaklarına ilişkin15 gün öncesinden bildirim yapılmıştır. Edinilen bilgiye göre gemiler 4 Mayıs'a dek Karadeniz'de kalmaya devam edecektir.

şiddet neden artıyor

farmasiyen
herkesin aklını karıştıran, ama çözümlenmesi için kayda değer bir şey yapılamayan soru. buna 'pandemi sürecinin getirdiği bunalım, ekonomik sıkıntılar' vb. şeklinde gerekçeler ileri sürülemez çünkü şiddet, pandeminin p'si yokken hızla artmaya devam ediyordu. hâlâ bir şey değişmiş değildir. öldürülen veya fiziksel ya da ruhsal zarara uğratılan insanların isimleri değişse de şiddet insanlığın kara lekesi ve utancı olmayı hep sürdürmektedir. insanların birbirine karşı tahammülsüz olduğu bu devirde bazen iyilik yapmak bile yanlış anlaşılma ve şiddet uygulama sebebidir. hiçbir şey olmasa bile, insanların varlığından rahatsız olarak onlara şiddet gösteren psikopatlar çoktur. tabii ki bu durumun oluşmasında, eğitim sisteminin eksikliklerini yoksaymak mümkün değildir. Çocukların ruhsal gelişimine yönelik herhangi bir çaba gösterilmemesi de buna zemin hazırlayan bir sorundur. aslında terbiye ve ahlâk önce ailede öğrenildiği için, esas sorumlu çocuğu güzel ahlâklı olarak yetiştirmeyen, onları şiddete alıştıran veya onların yanında birbirine şiddet uygulayan, geçimsizlik yapan ebeveynlerindir. ayrıca şiddeti teşvik eden bilgisayar oyunları, internet siteleri, diziler ve filmler, şiddeti meşrûlaştırarak lanse eden haberler de bu konuda önemli bir paya sahiptir.

bunun yanı sıra ülkemizdeki adalet sisteminde de ciddi sıkıntılar vardır. güçlünün yanından yana olan adalet, suçlulara hak ettiği cezayı veremediği için onlar cesaretlenmekte, nasıl olsa hapse girmem veya girsem bile kısa süre sonra çıkarım düşüncesiyle rahat rahat davranmaktadır. bir mahkeme annenin attığı terliği silah sayarak onu hapisle yargılarken, başka bir mahkeme bir kadını döverek hastanelik eden bir kişiyi serbest bıraktığı sürece, bu ülkede şiddet neden artıyor? sorusu, öyle görülüyor ki daha uzun yıllar boyu sorulacaktır.

yazar ol

farmasiyen
altına imza atılacak yazıdır. eskidefterler ile diğer sözlükler arasında çok fark vardır ama en önemlisi burada 'yarışmacı-jüri' sisteminin olmayışıdır. ismi lâzım değil en popüler sözlük sitesinde, üye olduktan sonra yazar olabilmek için yıllarca beklemeniz gerekiyor. onlar onbinlerce kişi arasından sizi seçecek de, uygun görüp yazarlığa terfi ettirecek de ondan sonra yazmaya başlayacaksınız. üstelik he an sözlükten uçurulma riskiniz var. hesabınız hiç ummadığınız bir gün leylâ olabilir. işte eskidefterler kimseye böyle tepeden bakmaz. herkese kapısı açıktır. çünkü onun amacı ayırım yapmadan herkesi bir araya getirmek, farklı fikirlerin buluşmasını sağlamak ve böylece hem samimiyetin hem de bilgi paylaşımının hâkim olduğu bir ortam meydana getirmektir.

bence eskidefterler kullanıcılarının her biri özeldir. eskidefterler bir okyanus, diğer sözlükler bir su birikintisidir. eskidefterler bir elmas ise, diğer sözlükler çakıl taşıdır.

adı eskidefterler olsa da herkes burada geleceğine yön verecek, ufkunu açacak bir şeyler bulur. burası 'ya bırak eski defterleri karıştırma şimdi' diyenlerin değil, 'geçmişine sahip çık, dünü unutma, ânı yaşa ve yarını planla' diyenlerin mekânıdır. işte buradaki insanlar geçmişten ders çıkarmak için eski defterlerin sayfalarını çevirir, bugünü sıcağı sıcağına konuşur ve gelecekle ilgili kayda değer şeyler yazar. çünkü bilir ki eskidefterler.com hiç eskimeyecektir. bu dijital defterin üzeri tozlanmayacak ve herkes burayı okudukça yeni şeyler keşfedecektir.

zibidi

farmasiyen
belli bir amaç doğrultusunda yaşamayan, öyle kravatmış takım elbiseymiş, bankacılıkmış bodygardlıkmış falan onlarla işi olmayan; kaldırım mühendisliğini ve serseriliği meslek olarak kabul eden insan türü. onlar kendilerini 'ağır abi' olarak tanımlarlar; ağır oldukları kesindir evet, kalıplarını gören adam sanır ama 'abi' oldukları şüphelidir. hatta yok, 'abi' olmadıkları kesindir. çünkü zibidi diye tabir edilen bu kişiler imkân bulduklarında başkalarını ezmeyi, gövde gösterisi yapmayı ve zayıf kişileri dövmekle tehdit etmeyi çok severler. ağızlarından küfür eksik olmaz, onlar için küfür etmek bir sanattır. (!)

birçok kızın nedense zibidilere âşık olduğu da enteresan bir gerçektir. anne-'bılerin 'bırak şu çulsuzu, sütümü helal etmem sana' şeklindeki serzenişlerine yol açan bu zibidiler; evlendikleri kişinin hayatını karartır, onun âilesine belâ olur. hele babalık falan hak getire, onlar için en önemli şey kendi yaşamsal istekleridir.

tabii zibidilerin o bakınca kız saçı mı erkek saçı mi olduğu belli olmayan antin kuntin saç kesimleri, her tarafı ayrı telden çalan kıyafetleri, kendilerinde bir gaz kaçağı (!), bir bug olduğunu ele veren o anormal hareketleri falan; bunlar ayrı konulardır.

zibidilere göre ne kadar sağlam kafa atıyorsan, kaç kızla birlikte olduysan o kadar erkeksindir. hele bir de kızlarla yaptıklarını böyle game of thrones anlatır gibi anlattın mı senden kral (!) zibidi yoktur.

zibidilere göre kavga etmen için bir sebebinin olması gerekmez. 'neden benimle birlikte nefes alıyorsun, sen beni taklit ederek benimle dalga mı geçiyorsun lan?' deyip adama yer misin yemez misin diye girişmeniz mümkündür.

kusursuzluk

farmasiyen
Kusursuz insan yoktur. Kusursuzluk kavramı tehlikeli ve yıkıcı bir hayaldir, öz Saygı geliştirmek, kusurlarınızı görmek ve kabullenmektir. Kendinizle barışık olun ve yapabileceğinizin en iyisini yapmaya çabalayın, ama hedefiniz asla kusursuzluk olmasın.

Kendinizi sevince kendinize karşı daha anlayışlı olursunuz. Hata yapınca, kendinize karşı müşfik olmayı öğrenirsiniz. İnsan olduğunuz için hata yapacağınızı kabul eder ve hata yaptığınız zaman kendinize sevgiyle davranırsınız. Bu, başarısızlık veya yanlış davranma durumunda kendinizi cezalandırmayı bırakıp, kendinizi affetmeniz ve bir daha ki sefere başka bir yöntem denemeniz anlamına gelir. Yanlışları, bir Öğretmenin not vermesi gibi değerlendirmeyi öğrenmeniz gerekir, çünkü onlardan ders çıkaracağınız çok şey var. Eğer kusursuz olsaydınız, yeni bir şeyler öğrenmenize gerek kalmazdı ve acaba o zaman hayat ilginç olur muydu? Öz Saygı sevgiyle kusurlarınıza gülmektir. Ayrıca sonuç ne olursa olsun, davranışlarınızın ve seçimlerinizin tüm sorumluluğunu üstlenmektir. Çoğumuz yaptıklarımızı bir nedenle yaparız. Öz Saygı nedenlerimizin bazen hatalı olduğunu kabul etmektir.

Öz Saygıyı öğrendiğiniz zaman, hata yapınca, ki yapacaksınız, kendinize ve diğerlerine çektirdiğiniz acı yüzünden üzüleceksiniz. Yaşayıp da, acı vermemek imkansız. Ölmek ve acı vermemek mümkün değil. Olma Modeli acının varlığını ve yaşamın bir parçası olduğunu kabul eder. Öz Saygı, acı yüzünden suçlamayı, kusursuz olma çabalarını bırakmanız, kusur ve hatalarınızı kabul etmeniz ve gerçekçi beklentiler edinmeniz anlamına gelir.

Ayrıca kim kusursuz olmak ister ki? Bunun ne anlama geldiğini düşünün. O zaman, başkalarıyla nasıl ilişki kurabilirdiniz? Anlayış ve paylaşmayı nereden bilebilirdiniz? Nasıl yargıdan uzak kalabilirdiniz? Kusursuzluğun ne büyük bir yalnızlık getireceğini ve ne kadar gerçek dışı olabileceğini hayal edin. Kusursuz olabilseydiniz bile, olmak ister miydiniz?
2 /

hoş geldiniz, bilginizle fikirler ve eleştiriler getirdiniz.


eski defterler ile zamanda yolculuk açılıyor. dün, bugün, yarın ve sonsuza değin el değmemiş konularda deneyim ve düşüncelerinizi açıkça paylaşabildiğimiz kronolojik bilgilik, hayata dair ne varsa aklınızdakilere 7/24 tercüman olacak etik çerçevede bir topluluğuz.
üyemiz olarak, zaman makinesi eski defterler'e siz de özgürce yazılar yazmak ve yönetimine katılmak ister misiniz? iletişim: sozluk@eskidefterler.com / +908503022238

hemen yazar olun