50 metre kare adlı dizi Netflix in yeni trendi oldu son zamanlarda. Kim oynuyor derseniz doğduğub ev kaderindir dizisinin barış beyi diyebilirim. Dizi Leyla ile Mecnunve kardeş payı karışımı bir konu içeriyor tadı benzer diyebilirim. Ben sevdim bir akşamda da izledik tavsiyemdir.
Yazdıklarını içinden geldiği gibi uzun uzadıya tasvirlerle donatmayıp, karaladığı kısa hikayeleri veya günceleri muhafaza etmeyenlerdenim ben...
belki istediğimde "bana göre" derli toplu cümleleri ardı ardına daima kurabileceğime dair bir küstahlığın esiri olduğumdan, belki yaşadığımız sürenin kısıtlılığı içerisinde saklamaya değer başka şeyler varken bu kısmı çok önemli görmediğimden.
Tuhaftır, kitaplarıma çok düşkünüm oysa ki. Başkalarının kelimeleri mi beni daha çok etkileyen; yoksa kendi seçici algımla bana dair bir şeyleri yeniden yaratmanın daima benim elimde olduğunu fısıldayan ego mu beni buna iten o konuda da bir fikrim yok.
yaşım ilerledikçe, önceleri köşelerine dokunarak geçtiğim olayların kaç dayanak noktası olduğunu içten içe merak etmeye başladıkça ve her şeyi giderek daha büyük zihin süzgeçlerine boca ettikçe tüm bu koca yaratımın içindeki önemimin de, önemsizliğimin de aynı derecede farkına vardım.
fotoğrafımın çekilmesini oldum olası sevmemişimdir mesela, şimdilerde bir nev'i münzevi gibi tanımlanmamak adına çok az sayıda insanla fotoğraf paylaşsam da içimde bir yerin sürekli bundan rahatsızlık duymasına engel olamıyorum.
Herkesin buna güzelliğinin, yaşadığı anın, gördüğü yerlerin, sevdiklerinin ispatı veya hatırasını tutmak adına önem verdiğini biliyorum. Fakat olduğum yerleri ve sevdiğim insanları, keyifli anları karelerde dondurmayı bir tarafımla sevsem de konu ben olduğumda zihnime düşünceler üşüşüyor.
Eğer artık bugün göründüğüm gibi görünmeyeceğim bir yaşa kadar yaşarsam 10 ya da 20 yıl önce ne kadar güzel veya etkileyici olduğumun bir önemi olacak mı diye düşünüyorum. Elde edilebilecek olan yalnızca "zamanında ne güzel kadınmış" denilecek o üç saniye değil mi?
Neticede kişi kendini nasıl tanıtırsa tanıtsın, karşıdaki kişiye o dakika itibariyle gösterdiği ve hissettirdiğidir çünkü hatıratta yankı bulan.
Sonra eşyalara bakıyorum. Bir şeyin yalnızca güzel olduğu için sahip olma hırsıyla saklanması da ruhuma uymuyor benim. O eşyada bir anlam olmalı. Bir şeyleri çağrıştırmalı. (teknolojik aletlerden bahsetmiyorum, onlar zaten çağın gerektirdiği fonksiyonelliği ve zaman verimliliğini sağlamak üzerine tasarlanıyorlar ve nitekim amaçları da bu olmalı) ama yalnızca güzel olduğu için bir şeyleri kendime saklamayı başaramıyorum.
Onu benden daha iyi kullanabilecek, belki daha özenli bir dekorasyonla görünümünü tamamlayabilecek birine vermek konusunda ikinci kere düşünmeme gerek bile kalmıyor.
Belki yazılarıma ve eşyalara karşı gösterdiğim bu tutumdur ki beni insanlara da aynı şekilde davranmaya zorluyor. (Canlılarla cansızları karşılaştırmak da bir garip mi oldu bilemedim) Çevremdeki bir çok insanın arasında; ben de herkes gibi aslında dar bir çemberde yer alan sayılı dost ve aile bireyi ile yaşıyorum. Ama hayatımın hiç bir döneminde gitmek isteyen herhangi birine kalması için baskı yaptığımı hatırlamıyorum. İçeri girmesi için kapımı açtığım herkesin; istediğinde gitmesi için de o kapının aralık olacağını bilmesi benim için önem taşıyor. Bu bir değersizleştirme değil; her ne kadar öyle görünse de. Aksine karşıdakinin isteğine, ruhuna saygı duymak benim gözümde. Hayatım boyunca bulunmak istemediğim herhangi bir yerde kalmak zorunda olmayı kendime yedirememişimdir. Aynı şekilde salt kendi mutluluğum veya arzularım doğrultusunda hiçbir canlıyı da yürek hapishanesine koymamak gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi yukarıda yazdıklarımı aklımdan geçirdim.... sanırım başlığa uygun olarak zihnimde uçuşan düşünceleri sıraladım arka arkaya. Bazen bütünlüğü de sağlayamamışımdır muhtemelen. Bütün yazdıklarım belki bir serzeniş, belki anlaşılma kaygısı, belki yalnızca iç dökerek ferahlamaktan ibarettir. Aslında bu yazı da neresinden bakarsanız bakın hepimizin içinde yer alan "tarihe bir not düşmek", "ölümsüzleşmek", "anlaşılmak" la ilgili o koca boşluğun ifadesidir. Ama yine kimi zaman yaptığım gibi aklımdan geçen kendime dair eleştirilere gözümü, zihnimi kapatarak yayımlanması için "gönder" tuşuna basacağım. Hayatın küçük, değerli maskaralıkları...
belki istediğimde "bana göre" derli toplu cümleleri ardı ardına daima kurabileceğime dair bir küstahlığın esiri olduğumdan, belki yaşadığımız sürenin kısıtlılığı içerisinde saklamaya değer başka şeyler varken bu kısmı çok önemli görmediğimden.
Tuhaftır, kitaplarıma çok düşkünüm oysa ki. Başkalarının kelimeleri mi beni daha çok etkileyen; yoksa kendi seçici algımla bana dair bir şeyleri yeniden yaratmanın daima benim elimde olduğunu fısıldayan ego mu beni buna iten o konuda da bir fikrim yok.
yaşım ilerledikçe, önceleri köşelerine dokunarak geçtiğim olayların kaç dayanak noktası olduğunu içten içe merak etmeye başladıkça ve her şeyi giderek daha büyük zihin süzgeçlerine boca ettikçe tüm bu koca yaratımın içindeki önemimin de, önemsizliğimin de aynı derecede farkına vardım.
fotoğrafımın çekilmesini oldum olası sevmemişimdir mesela, şimdilerde bir nev'i münzevi gibi tanımlanmamak adına çok az sayıda insanla fotoğraf paylaşsam da içimde bir yerin sürekli bundan rahatsızlık duymasına engel olamıyorum.
Herkesin buna güzelliğinin, yaşadığı anın, gördüğü yerlerin, sevdiklerinin ispatı veya hatırasını tutmak adına önem verdiğini biliyorum. Fakat olduğum yerleri ve sevdiğim insanları, keyifli anları karelerde dondurmayı bir tarafımla sevsem de konu ben olduğumda zihnime düşünceler üşüşüyor.
Eğer artık bugün göründüğüm gibi görünmeyeceğim bir yaşa kadar yaşarsam 10 ya da 20 yıl önce ne kadar güzel veya etkileyici olduğumun bir önemi olacak mı diye düşünüyorum. Elde edilebilecek olan yalnızca "zamanında ne güzel kadınmış" denilecek o üç saniye değil mi?
Neticede kişi kendini nasıl tanıtırsa tanıtsın, karşıdaki kişiye o dakika itibariyle gösterdiği ve hissettirdiğidir çünkü hatıratta yankı bulan.
Sonra eşyalara bakıyorum. Bir şeyin yalnızca güzel olduğu için sahip olma hırsıyla saklanması da ruhuma uymuyor benim. O eşyada bir anlam olmalı. Bir şeyleri çağrıştırmalı. (teknolojik aletlerden bahsetmiyorum, onlar zaten çağın gerektirdiği fonksiyonelliği ve zaman verimliliğini sağlamak üzerine tasarlanıyorlar ve nitekim amaçları da bu olmalı) ama yalnızca güzel olduğu için bir şeyleri kendime saklamayı başaramıyorum.
Onu benden daha iyi kullanabilecek, belki daha özenli bir dekorasyonla görünümünü tamamlayabilecek birine vermek konusunda ikinci kere düşünmeme gerek bile kalmıyor.
Belki yazılarıma ve eşyalara karşı gösterdiğim bu tutumdur ki beni insanlara da aynı şekilde davranmaya zorluyor. (Canlılarla cansızları karşılaştırmak da bir garip mi oldu bilemedim) Çevremdeki bir çok insanın arasında; ben de herkes gibi aslında dar bir çemberde yer alan sayılı dost ve aile bireyi ile yaşıyorum. Ama hayatımın hiç bir döneminde gitmek isteyen herhangi birine kalması için baskı yaptığımı hatırlamıyorum. İçeri girmesi için kapımı açtığım herkesin; istediğinde gitmesi için de o kapının aralık olacağını bilmesi benim için önem taşıyor. Bu bir değersizleştirme değil; her ne kadar öyle görünse de. Aksine karşıdakinin isteğine, ruhuna saygı duymak benim gözümde. Hayatım boyunca bulunmak istemediğim herhangi bir yerde kalmak zorunda olmayı kendime yedirememişimdir. Aynı şekilde salt kendi mutluluğum veya arzularım doğrultusunda hiçbir canlıyı da yürek hapishanesine koymamak gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi yukarıda yazdıklarımı aklımdan geçirdim.... sanırım başlığa uygun olarak zihnimde uçuşan düşünceleri sıraladım arka arkaya. Bazen bütünlüğü de sağlayamamışımdır muhtemelen. Bütün yazdıklarım belki bir serzeniş, belki anlaşılma kaygısı, belki yalnızca iç dökerek ferahlamaktan ibarettir. Aslında bu yazı da neresinden bakarsanız bakın hepimizin içinde yer alan "tarihe bir not düşmek", "ölümsüzleşmek", "anlaşılmak" la ilgili o koca boşluğun ifadesidir. Ama yine kimi zaman yaptığım gibi aklımdan geçen kendime dair eleştirilere gözümü, zihnimi kapatarak yayımlanması için "gönder" tuşuna basacağım. Hayatın küçük, değerli maskaralıkları...
"kimse kimseyi anlamaz,kimse kimseyi yeterince dinlemez...sadece ve sadece dinler gibi görünür ve sıranın bir an önce kendi anlatacaklarına gelmesini bekler." nedense konuşacaklarımız ,her zaman karşı tarafın konuşacaklarından daha değerlidir.
Olumlu,yada olumsuz konuştuğumuz herşey, karşımızdaki kişiye özel değilmidir..? bütün kelimelerimiz zaten onun anlayabileceği bir dilde çıkmazmı ağzımızdan..? nedir bu umursamazlık..! dinlemeyi bilelim, belki bilmediğimiz bişeyden söz ediliyordur, belki sanıldığından daha önemlidir söyleyeceklerimiz...
lütfen; "dinlemediğiniz birine onu, anlamadığınızdan bahsetmeyin..!" değer verildiğinde anlaşılmamak çok can yakıyor...
Olumlu,yada olumsuz konuştuğumuz herşey, karşımızdaki kişiye özel değilmidir..? bütün kelimelerimiz zaten onun anlayabileceği bir dilde çıkmazmı ağzımızdan..? nedir bu umursamazlık..! dinlemeyi bilelim, belki bilmediğimiz bişeyden söz ediliyordur, belki sanıldığından daha önemlidir söyleyeceklerimiz...
lütfen; "dinlemediğiniz birine onu, anlamadığınızdan bahsetmeyin..!" değer verildiğinde anlaşılmamak çok can yakıyor...
TLS tv izleyen varmı. Biz evde sık sık izliyoruz. Güzel programlar oluyor. Belgeselleri kaliteli. Emlak savaşçıları tarzı programlarda dikkatimi cekiyor. Türkiye'de cekilenden çok daha kaliteli bence. Baya da güzel evler gösteriyor. İnsanin aklı kalıyor valla.
İthal uskumru bizim ailenin favorisi. Bir kere ucuz. Uskumru da en yağlı ve lezzetli balıklar kategorisinde olunca haliyle tercih ediyoruz. Özellikle mangalda yemenizi tavsiye ediyorum. Fiyatı 10-20 TL arasında değişiyor.
Güne uyanırken sevdiğinizden sevdiklerinizden aldığınız o tatlı mesaj ve bütün günün böyle devam etmesi
"Geceleri gökkuşağına boyamak mıdır suçum? Herkes bağırırken şiirler okumak mı, susmak mı sözün bittiği yerde, kusmak mı sindirebildiklerinizi? Apansız uykum kaçıyor kaç gece, bu da aleyhime kanıt? Sondan saymaya başladım adları, böyle hoşuma gidiyor. Beğenmeseler de seviyorum ellerimi, hep olmayacak düşler görüyorum, yenileceğim kavgalara giriyorum durmadan. Silin adımı listenizden, yokum; aslında bir oyun olan kavgalarınızda ve aslı bir kavga olan oyunlarınızda. Kirli sevinçlerinize ortak etmeyin beni. Gözyaşlarınızı da paylaşmıyorum. Yalan övgülerinize ihtiyacım yok. Gıyabımda kesinleşmiş hükümler verin. Bir sürgün nereye sürülebilir?! Gölgeler kelepçeye vurulur mu? Çekilin, yürümediğiniz yollarımı kirletmeyin!"
-SuçVeCeza,Dostoyevski-
-SuçVeCeza,Dostoyevski-
Sigara zamlarını gördünüz mü arkadaşlar ya? Yani artık sigara gerçekten iş adamı falan olsak içebileceğimiz bir şey haline geldi. Ya da günde bir defa kahve içer gibi sigarayı içeriz artık... Bu fiyatlarla bir paket sigara içen adam gerçekten çok zengin olmalı benim gözümde. Aslında tüm dünya bırak sadece biz Türkler içiyoruz diye düşünüyorum bazen bıraksak fena olmayacak. Biz bırakmasak da zamlar bıraktıracak zaten...
Bozkırın tezenesi olarak ta bilinen Neşet Ertaş'ın robotunu yapmışlar. Bu robot odaya girenleri Kırşehir ağzıyla selamliyormuş. Sonra da elindeki saz ile bilinen ve hayranlık uyandıran türkülerini söylüyormuş. Zahidem, yalan dünya gibi birçok eşsiz türkünün sahibi olan usta sanatçı böylelikle sık sık anılmış oluyor.
Ne çok para verdik zamanında. Ne yapalım mecburi sebepler işte. Ben evolvia mama ye tercih ettim. Şeker oranının az olması tercih sebebim oldu. Bebelac gibi mamalar çok şeker içeriyor malesef. Bebekleri şişiriyor kof kilo yapıyor. Ne gerek varki minicik vücutla oynamaya.
Nisan da başlayan ağustosa kadar devam eden yağışlar malesef iç savaşlar ile de mücadele eden Yemenin Aden bölgesini mahvetmiş. Çok acı gerçekten. Savaştan kaçan insanların kampı çamur içinde çocuklar su içinde geziyor çıplak ayakları ile.
Hazine ve maliye bakanlığı tarafından açıklama yapılmış kripto paralar ile ilgili çok yakında düzenleme gelecekmiş. Vatandaş yönetemeyeceği işlemler yapmasın denilmiş. Yani sanırım kripto paranın mantığı sürülememesiyken bundan sonra devletler bu mantığı yıkarak kripto paraların da izini sürmeye başlayacaklar. O zaman kripto paranın da bir önemi ve değeri kalmaz kripto paralar yok olur.
Uğur Şahin: “10 yıl daha Covid-19 ile yaşamaya alışmamız gerek.”Dedi. Hiç şaşırmadım. Virüsün kuluçkası insan olduğu için ve insanlar da rehavete kapılıp çok rahat davrandığı için insanlık var olduğu sürece bu virüs de var olmaya devam edecektir.
Hazır turizm sezonu hareketli zamanında iken Alaçatıdan bahsetmemek olmaz. İzmir ilçemize bağlı olan Alaçatı özellikle güzel mimarisi ve begonvil çiçekleri ile gönlümüzde taht kurdu kısa sürede.
'bu kadarına da pes, sen kafayı yemişsin kanka' dedirten itiraflarıyla pek konuşulan ünlü isim. magazin gündemine bomba gibi düşen eski röportajıyla herkesin diline sakız olan serengil, 1995 yılında söylediği o sözlerden dolayı tam 25 yıl sonra rezil olmuştur. adnan oktar'ın ekibinde yer alan bahadır isimle bir sinemada tanışıp sevgili olduğunu ve 8 ay ilişki yaşadıklarını anlatan serengil; itirafları birbiri ardına sıralamıştır. '7 aylığına da olsa dini vecibelerimi yerine getirdim' diyen serengil acaba bununla 'hiç yapmayanlar da var kardeşim, ben 7 aycık da olsa formaliteden yaptım ona baksana sen' mi demek istemiştir? üstelik özrü kabahatinden büyüktür. serengil bununla yetinmemiş; adnan oktar cemaati arasındaki dayanışmayı sevdiğini, aralarındaki hoşgörüye hayran kaldığını da sözlerine eklemiştir. serengil'in röportajında yer alan 'hayatımın erkeğini arıyorum' ifadelerine ifadeleri ise bu eski sohbetin yıllar sonra gündem olmasındaki asıl sebeptir. ayrıca armağan çağlayan tarafından youtube üzerinden yayınlanan 'gör beni' programına da konuk olup neler neler anlatmıştır. travmaları yüzünden yuva yakan kadınlara düşmanlık beslediğini vurgulayan serengil, 'bekaretimi anneme inat verdim' sözleriyle büyük tepki toplamıştır. tüm bu sözleri yıllar yıllar önce telâfuz eden serengil geçen gün bir TV programında yağmur sarnıç'ın emre aşık'ı aldattığını söyleyince ortalık fena karışmıştır. yağmur sarnıç kendisine cevap vermekte gecikmemiş; 'kız verengil, bu söylediklerini ispatlayamadığında mahkemede ne hesap vereceksin, at suratın mora dönecek' gibi laflarla magazincilerin iştahını kabartmış ve onlara bolca yemek malzemesi tedarik etmiştir. (!)
"Sen hiç bitmiyorsun, hiç tükenmiyorsun içimde. Ben hep birilerine seni anlatırken buluyorum kendimi. Bazen şarkılar tercüman oluyor, mesela “ben sende tutuklu kaldım” yada bir film ilham veriyor mesela “eşkıya” filmi. Diyorum ki ben de belki 30-40 yıl sonra seni almaya gelirim."
~alıntı~
~alıntı~
İstanbul'da bir kadın parkta yürürken, kimliği belirsiz bir kişi tarafından 15 yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Can almak günümüzde artık sıradan bir şey haline geldi ne yazık ki. Artık sağımdan solumdan ya da başka bir yerden cinayet haberini duymaktan usandım. Biz hangi ara bu kadar canileştik. Hayvan bile demek istemiyorum, çünkü hayvanlar daha masum. Hiç değilse hayatta kalmak ve kendilerini korumak için saldırganlık davranışını gösterirler. Peki ya biz, sözde insanlar, keyfi amaçlı değil midir bircok vahsinin yaptıkları? Oysa ki doğduğumuzda çok saf ve temizdik, ne oldu da büyüdük ve kirlendik ve kirlettik güzelim dünyamızı.
Bugün Kanal d ekranında show var hatta yıldızlar geçidi var diyebilirim. Haktan, Sibel Can, Baha ve Ümit Besen Coşkun Sabah şarkılarını söylüyorlar. Harika bir program olmuş tek kelimeyle. Yaşayan efsane bence Coşkun Sabah. Şarkı sözleri ve besteleri efsane çünkü. Önemli bir değerimiz.
pandemi dolayısıyla eve geçirdiğimiz vakit artınca internet ortamında kendini geliştirmek isteyenlere yönelik kurs ve etkinlikler arttı. bunlardan biri de almanca öğrenmek veya bilgisini pekiştirmek isteyenlere içeriği bol ve güzel bir alternatif.
Deutsche Welle (DW) Almanca öğrenin...
Deutsche Welle (DW) Almanca öğrenin...
Türkiye'nin en başarılı elektronik pin satıcısı firma.
Birde nasıl olduğunu bilmiyorum ama Pubg mobile'ı en ucuz satan şirket.
Birde nasıl olduğunu bilmiyorum ama Pubg mobile'ı en ucuz satan şirket.
Daha dün Antalya'dan resim atan arkadaşıma keşke orda olsaydım dedim. Keşke demeseydim
Bakan Nebati: “Ben seçime tek haneli enflasyonla gideceğim 2023 Haziran ayında.” Umarım dediğiniz gibi olur bakanım ama neden 2023' bekliyoruz ki, önümüzde daha koca bir yıl var, zamanı hafife almamak gerekir. Bu zaman dilimine de çok güzel bir sürü şey de sığdırabiliriz, bahsettiğiniz tek haneli enflasyon rakamlarını da yaşatabilirsiniz. Bizim ABD'den veya diğer başka ülkelerden ne farkımız var?
hoş geldiniz, bilginizle fikirler ve eleştiriler getirdiniz.
eski defterler ile zamanda yolculuk açılıyor. dün, bugün, yarın ve sonsuza değin el değmemiş konularda deneyim ve düşüncelerinizi açıkça paylaşabildiğimiz kronolojik bilgilik, hayata dair ne varsa aklınızdakilere 7/24 tercüman olacak etik çerçevede bir topluluğuz.
üyemiz olarak, zaman makinesi eski defterler'e siz de özgürce yazılar yazmak ve yönetimine katılmak ister misiniz? iletişim: sozluk@eskidefterler.com / +908503022238