confessions

biriyilikhayali

kapalı hesap - eli kalem tutan

  1. toplam entry 23
  2. takipçi 3
  3. puan 1755

eğer hayatımı yeni baştan başlatabilseydim

biriyilikhayali
Ölümün bir son olmadığını, asıl yaşamın öte dünyada başladığını daha erken fark edip, ona göre bir yaşamın temellerini daha erken atmak; böylece kökleşmiş, derinleşmiş, hayatımın vazgeçilmezi haline gelmiş hayırlı alışkanlıklarımın oluşmasını isterdim. Bir yaştan sonra insan eski alışkanlıklarını kolay kolay bırakamıyor, yeni alışkanlıklar da kolay kolay oturmuyor. Hayatımın başlangıcından beri olmasını istediğim şeylerin başında misal: sabah namazına vaktinde ve zorlanmadan kalkmak vardır. Öğlene kadar yata yata büyümüş, bir gün bile "hadi kalk namaza" diye dürtülmemiş bu bünye, uykuyu hala çok seviyor. "Bırakın öğlene" değil "ölene kadar yatayım" modundayım.

Konuyla bağlantılıdır: bu kadar uyku istemek, mevcut hastalıklarımdan ileri gelmekte. Hayatı başa alsaydım: daha çok dengeli ve doğal beslenir; güneşe çıkmayı ihmal etmez, beni strese boğan insanlar için: hayatımdan çıkarabildiğimi çıkarır, "çıkaramadığımı ise takmamayı" daha erken yaşta öğrenmeyi isterdim.

Ve günümüz tıbbının genel hatlarıyla bir ticarethane olduğunu; en basit hastalığa bile kutu kutu ilaç reçete edildiğinde "hmm, bu doktor, okumuş etmiş; bir bildiği vardır" diye körü körüne güvenmemek gerektiğini, o ölüm fermanı gibi ilaç prospektüslerinin "doktorun söylemlerinden daha çok" dikkate alınması gerektiğini daha evvel fark etmek isterdim. Böylece geçmişe dönüp baktığımda nerede ise -zavallı bir kronik stres mağduru olması dışında bir sebepten- hastalık görmemiş bu bünye için, ilaç değil; ben olsam: Kur'an, psikoloji eğitimi, güneş, egzersiz, sağlıklı beslenme reçete ederdim. Vücudun "hastalandıktan sonra" değil, "hastalandırıldıktan sonra" düzeltilmesinin zor olduğunu, kronik stresin zehir içmek kadar hastalandırıcı ve ağır hasar bırakma potansiyeli olduğunu ve tekraren "satışı olan hiçbir şeyin" övülmesine "körü körüne" güvenmemeyi daha evvel öğrenmek isterdim. Tıp ile kolkola gıda sektörüne de... "Hmm, bu çikolata çok lezzetli, marka da mükemmel kalite; içinde şu katkılar da var ama bu kaliteli marka bizi bile bile zehirleyecek değil ya?" He he, tabi zehirlemez canım; vardır bir bildikleri...

Not: Canınız çok istediğinde böyle şeylerde kaliteli marka tüketmeye devam edin. Merdivenaltı ürünler sizi kısa sürede öldürür ama bunlar kalite: önce yavaş yavaş hasta edip, sonra sizleri kankaları olan ilaç şirketlerinin mudavimi yaparlar; sonra, çoook sonra, önce hastalıklarla tanışıp, sonra yavaş yavaş ölürsünüz. (Etinizle, sütünüzle, sizleri çok sevdiklerinden; o mükemmel "evde doğal malzemelerle kopyasını yapamadığınız" o ürünleri, sadece "sizi daha çok mutlu etmek istedikleri" için ürettiklerinden emin olabilirsiniz.(!) )

Tekrar, üstüne basa basa:

1. Öte dünya var; ona hazırlan, onun için çabala.

2. Sağlığın için hasta olmadan önce çabala; stresin, güneşsizliğin, hareketsizliğin ve doğal olmayan her tür şeyin en ciddi hastalık sebeplerinin başında geldiğini unutma (kimyasal parfümler, kozmetikler de. Burnunuz koku aldığında, içinize çektiğiniz ne? "Ciğerden kana emilim"den daha hızlı emilim şekli mi var? Enjektörle bir şeyi kana zerk etmekten sonraki en hızlı emilim. Üstelik filtresiz! Yedikleriniz önce mide, sonra bağırsak (en son bi de karaciğer) süzgecinden geçer. Ya soluduklarınız? Ve deri? Deriden kana emilimi, mesela latekse alerjisi olan bir doktorun yanlış eldiven giymesi ile acillik olması haberinden anlayabilirsiniz. (normalde belirtileri hafifmiş ve uzun yıllar dikkat ediyormuş ama bir gün uygun malzemede eldiven stoğu kalmayınca, lateks için "aman, biraz sıkıntı verir, idare ederim" demiş. Ama seneler sonra belirtisi, önceki yıllardaki gibi olmamış. Hani yerfıstığı veya çilek alerjisi olanları filmlerde görürsünüz ya, öyle olmuş. Alınacak ders: deriden kana emilim varmış, yüzünüze "korkmadan yiyemeyeceğiniz hiçbir şeyi sürmemek" temel prensibiniz olsun )

3. Dünya çakal dolu; gözünü aç, kimseye körü körüne güvenme.

Bunları daha evvelden bilip yapsaydım;

Asıl değerli olan hayatı kazanmak için kökleşmiş alışkanlıklarım olurdu.

Yüzde 99,99999999 şu an sahip olduğum kronik hastalıklarım olmazdı.

Böylelikle "Önce iman, sonra sağlık; elhamdülillah şu dünya ve öte dünya hayatı için en çok gereken 2 şey için yeterli donanımdayım" sevinci ile: güneş daha parlak, kuşlar daha şen, çiçekler daha renkli olurdu.

Şu anki halim ise: çoğunlukla boşa çekiliyormuş gibi görünen kürek çekmek şeklinde görünüyor. Tek, ama tek, gerçekten tek mutluluğum: Allah, sonuca bakmıyor. Bu dünyadakilerin başarı kıstası gibi "diplomanı alabildin mi, kasanda ne kadar para var, istediklerinin ne kadarına sahip olabildin?" diye başarıyı ölçmüyor. Allah katında başarı, sonuca ulaşanlar için değildir. O sonuca ulaşmak için çabalayanların, "o çaba yolunda kalması ve o çaba yolunda ölmesi"dir Allah yolundaki başarı. Öyle olmasaydı, şehidlik mertebesi: Allah yolunda savaş "kazananlara" verilirdi. Oysa şehidlik mertebesi Allah yolunda "ölenlere" veriliyor. Öldün, savaşı kaybettin, bundan büyük başarısızlık mı var? Hayır, öyle değil; o başarısızlık bu dünyanın ölçütü. Allah katında ise iş çok farklı. Başarmak için canını ortaya koydun, yılmadın, çabaladın; sonuna, hatta ölene kadar... İşte bu, Allah katındaki başarıdır. Ve işte ben, en çok bunu seviyorum bu dünya için; bu gerçeği. Üzerinde dert edilecek, başarmak için çabalanacak, bundan daha değerli hiçbir şey yok. İnsanlar için ölün bitin, onların karşısında "başaramadığınız sürece" hiçbir değeriniz olmayacak. "Çabalamanın" değerini size sadece ama sadece Allah verir. O'nun için çabalayın, gerçekten sadece O'nun için.

panik yaratan paylaşımlarda bulunanlar

biriyilikhayali
Aklıma Levent Kırca'nın "Olacak O Kadar" güldürüsünden bir bölüm geldi. Oynadığı rolde aç-açıkta biriydi, karnını doyurmak için hırsızlık yapıp içeri girme düşüncesine tutulmuştu; ama ne zaman bir şey çalsa, ardından ona acıyıp salıyorlardı. Ama hiç bir şey de vermeden... Adam ne yaptıysa kendini içeri attıramamıştı.

Şimdiki ekonomi de insanları aynı hale koydu. Hapishanede yemekler ücretsiz olacaksa, bu söz konusu hapse girme yolu hırsızlıktan iyi; 1 ila 3 yıl yaşam mücadelesi vermeden iyi bir dinlenme arası olabilir.

'hala bu pandeminin bir varyant oluşturma riski altındayız'

biriyilikhayali
Birçokları için "gribin ağırcası olan" bir hastalığa karşı aldıkları "gerçekçilik dışı önlemlerle" dünya halklarını hastalıktan değil, açlıktan ölecek duruma getirdiler. (tabi ki bir kısmı için de ölümcül oldu ama bkz: geçmiş yılların gripten ölüm istatistikleri. Kısaca bu hastalık veba ile kıyaslanacak gibi değil; kısaca dünyayı kilitleyecek düzeyde bir hastalık değildi.) Bazı bireysel kayıpları önlemek adına (sadece bağışıklık tepkisi verecek kişiler gerçek bir risk altındaydı), fatura tüm dünyaya kesildi. %1'den az bir nüfusu olası risklerden korumak adına (ki ne uzmanlarca işe yaramadığı söylenen maske, ne tiyatro vs kapatmak, ne şehirler arası yolculuk kısıtı, ne ruhsat bile alamamış aşı vb her tür önlemleri olacakların önüne geçemedi) dünya halklarının komplesini ekonomik krizle çökerttiler. Tebriklerimi sunuyorum tüm ilgili ve yetkili kişilere, dünya dediğin böyle yönetilir (!)

oruç

biriyilikhayali
Aslında ben de çocukluktan beri bu öğreti ile yetiştim: "oruç, açların halinden anlamaya vesile" diye. Ama çok sonraları farkettim ki, bizler açları anlamanın yanından bile geçmiyoruz. Şöyle ki: bizler, akşama karnıyarık, pilav, salata, cacık, üstüne tatlı bizi beklerken "bir kaç saat, sınırlı açlık ve susuzluk" çekiyoruz. Sahurda şişmiş ve iftarda çatlamak üzere, birkaç saat açlık ve susuzluk.

Peki gerçekten aç olanlar? Onların akşama "onları bekleyen yemekleri" var mı? Yarın olduğunda sahur için yiyecek bulacakları umutları var mı?

Onların "saat saya saya beklediği bir ziyafet" gibi bir heyecanları, sonraya dair bir umutları yok...

O yüzden bizler, açların halinden anlamaya hiç hiç yakın değiliz. Belki iftar ve sahurda, birkaç hurma ve su ile, ardı ardınca oruç tutmaya kalkışırsak, anlama olasılığımız olabilir; bir miktar da olsa olabilir. Nitekim, bizler bu yaptığımızı "hala imkanların varlığına rağmen" bilinçli olarak seçmiş olacağız ve istediğimizde durdurabileceğiz; gerçekten yoksulluk içinde olanlarda ise: başka bir seçenek yok.

Ezcümle: O çaresizliği, bu şekilde belki kısmen tahmin edebiliriz; gerçekten yaşamadan ise, tamamen anlamak imkansız.

fahiş fatura

biriyilikhayali
"Hiçbir şeyiniz olmayacak ama mutlu olacaksınız."

Dünya Ekonomik Forumu reklam afişi (Davos)

Bu bazı önde gidenlerin kehanetleri nedense hep tutuyor. (Geleceği Allah'tan başka kimse bilemez. Bununla birlikte birilerinin geleceğe dair attıkları habire tutuyor ise, o şeyi onlar tasarladığı içindir.)

Hiçbir şeyimizin olmayacağı günleri görmek bu gidişle pek uzak değil. Bakalım mutlu etmeyi nasıl başarabilecekler...

normalleşme

biriyilikhayali
(yazar: senasizm)arkadaşımla aynı şeyleri düşünüyorum. Bu hastalıkta gerçek olan tek şey (ölüm ve bulaşıcılık oranları, korunma ve sunulan tedavi yolları bir kenara) evet, bir hastalığın olduğu. Ama sunulan tedavilerden, korunmak için gerekenlerden, getirdiği ekonomik krizlere kadar herşey açıkça "bir plan-projenin" ürünü. Koronavirüs derken beraberinde: orman yangınları/iklim krizi, mülteciler, yabancılara satılan arsalar, metaverse, dijital kontrol (yüz tanıma, robotlar vs) "koronavirüsten ayrı anılan ama gündemde yer bulmuş herşeyin" bir bütünün parçası olduğuna inanıyorum. Burada sadece ülkemizce değil, tüm dünya aynı "küresel" tehditin altındayız: tek dünya düzenine dönüştürülüyoruz.

Cumhurbaşkanımızın "artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" "yeni dünya düzeni" "küresel sistem" gibi yer yer kullandığı kelime ve cümleler de: dünyaca "toplu bir gidişatın olduğuna" işaret. Peki ama, bu gidişat nereye? Ve daha önemlisi gidişatın temellerini, yönünü, doğruluğunu yanlışlığını oylayanlar ve onaylayanlar kimler?

Demokrasi ninnisi ile beşikten mezara uyutulan toplumlar, üstteki "halklara sorulmadan alınan bu büyük kararların" nedenini ve nasılını kolay kolay anlayamazlar ve sorgulamazlar da. Onlar genel olarak ülkemizde ve dünyada demokrasinin var olduğuna ve egemenliğin halklarda olduğuna inandırılmıştır; aksi gözlemlense de "demokrasinin var olduğuna olan keskin inanç" bu alınan kararların demokrasi ürünü olduğu zannını doğurur. Bu yüzden ne sunulsa kabullenilir, oflayıp sızlanılsa da "birlik ürünü sanılan" bu kararlara uyulur. Bu kararların birlik ürünü olmadığını "düşünen herkes" bilir aslında, burada tam olarak şu durum söz konusu olur: "Tamam, bizim fikirlerimiz alınmıyor ama fikir beyan edenler 'Bilimsel verilere göre' karar veriyor, akıl buna uymayı gerektirir." Doğru, çok doğru. Peki gelişen bu sürecin, gerçekten bilimsel verilerle mi şekillendiğini düşünüyorsunuz?

Konu bu hastalık üzerinden düşünülmeye devam edilirse:

oksijenle yaşamak zorunda olan bünyeleri oksijenden mahrum bırakarak "gün boyu zorunlu tutulan" maskenin "korumadığı" daha sürecin başında bilimsel olarak ispatlandı.

aşı adıyla (hiçbiri henüz ruhsat almamış) deneysel sıvıların korumadığı görüldü. doz üstüne doz, doz üstüne doz; ancak bu sıvıları* (*aşı demek için deney sürecinin bitmesi ve ruhsat alması gerekiyor) olan da, olmayan da hasta oldu, olan da olmayan da öldü. Yine de hala bitmedi, hala doz üstüne doz ve bu dozlar faz 3 çalışması bitmeyen deneme aşamasındaki sıvılar arkadaşlar, vurulanların hepsi mantıken kobay. ancak kobaylık gönüllülük esaslıdır, ülkelerin bunu zorunlu tutması (tutmasa bile mobbinglerle buna zorlaması) temel insan haklarına ve bilime aykırıdır. (Bu sıvıların olası zararları için bkz: aşı onam formları. Hastalık riskinden hastalığa, ölüm riskinden ölüme kaçış; bunun bilimi nerede?)

hafta içi serbest, hafta sonu yasak; turiste serbest ülkem halkına yasak; politikacılara serbest camidekilere yasak şeklinde virüse "yer yer ve zaman zaman tatil yaptıran" önlemlerdeki "bilimi" anlamaya/bulmaya çalışılırken beyinler kısa devre oldu.

Evet, 3 örnekle bu sürecin özeti. Bana burada var olan bilimi gösterene çokça alkışlar :)

Bu süreci biz ve tüm dünya halkı için kâbusa çeviren önlemlerde bilimin izini göremediğimize göre, başka konularda da bilimsel veri görmeyi çok beklemezsiniz umarım. Bu sistemden çıkan her karar şüphelidir (verilerle oynansa ruhumuz duymaz. Misal bu son 2 yılın ölüm istatistikleri nerede? Gripten ölümlerin istatistiği nerede? Bu arada PCR testinin mucidi "bu testle hastalık teşhis edemezsiniz" diyor. Bu testi ve yapılışını araştırın, bakalım ne tür bilimsel gerçeklere ulaşacaksınız. Merak edenlere peşin özet: hasta olmayanı da pozitif çıkarabiliyor ve "istenirse" negatif çıkarma potansiyeli de var, öyle bir test) ve üsttekileri zenginleştirmeye, halkları ise fakirleştirip köleleştirmeye peşinen adaydır. Çin'deki "kontrollü toplum sistemi" tüm dünya için "geliyorum" diyor. Bu filmde: çipli insanlar, puanlama sistemi (puanı yüksek olan insanlara özel tanınan haklar, düşük olanlara getirilen kısıtlamalar. Kulağa aslında hoş geliyor, ama bakın: ben şu anda dünya sistemini eleştiriyorum değil mi? Sizce öyle bir sistemde bana yüksek puan mı verilir? Ayrıca sistemin doğrusu benim doğruma ters olursa? Mesela benim dinim olan İslam, bir gün tüm dünyada suç olursa? "Demokrasi var" demeyin lütfen, o bizim gibi halkların kendi bahçesinde oynarken kurduğu bir güzel hayal. Yukarıdan aşağıya inen bir emir yağmuru var ve bizim yukarıya mesaj iletebildiğimiz, onları etkileyebildiğimiz yok. "Bilim var" demeyin, o da yok. Onların keyfi var sadece...), yüz tanıma, robot polisler, drone'lar vs vs var.

Doğruları anlatanların dokuz köyden kovulduğu bu dünya sisteminde, 31 mart 2022 tarihli; kapatıldıktan sonra açılan 3. hesap; buyrun tüm süreci anlatan twitter dizisine:
https://twitter.com/EsatRevolutions/status/1509524770152321026?t=Fgd9O_H5OkXxjcLwHiBcRA&s=19

Bu da bir gün silinecektir. Henüz kısmen özgürken sürüklenen gidişatı iyi gözlemlemeniz dileğiyle... Slyvester Stallone'nin Cezalandırıcı filmini yaşamaya doğru gidiyoruz. Direnişçilere şimdiden selam :)

en etkili reklam sloganları

biriyilikhayali
Özlü sözlerle, atasözleri ile yarışabilen reklam sloganlarıdır.

Favorilerim:

"Just do it." (Nike)

*yapmanız gerekenleri biliyor ama eyleme geçmek yerine "korku ve endişe/düşünce" girdabına kapılıp, öylece oturup kalmışsanız iyi gelir.

"Kontrolsüz güç, güç değildir." (Pirelli)

*plan-proje, bilginiz, başarılı olmak için herşeyiniz var; ama öfkenize, zamanınızın kontrolsüzce akıp gitmesine vs dur diyemiyorsunuz. Hatırlamanız gereken slogan.

"Biz daha iyisini yapana kadar en iyisi bu." (volkswagen)

*özgüveni tavan yaptıran slogan; sadece "en iyisini biz yaptık" demekle kalmıyor, "bizi geçecek olan da yine biziz" havalarında :)

ten uyumu

biriyilikhayali
İnsanı insan yapan "ruhu ve zihni" geriye atıp, hayvanlarla ortak olan kısmımızın yani bedenimizin/yani tenimizin uyumuyla yola çıkmak mı?

Aman aman, bir zamanlar modaydı, umarım hala sürmüyordur; bu ten uyumu şeysi ile hayvansal zevklerle sınırlı bir mutluluk bulabilirsiniz, ancak insanları hayvandan ayıran zeka ve ruhtur; bir uyum arayacaksanız buraya bakın.

-Konuşurken birbirinizi kırmadan, negatif tartışmaya dönmeden, kolayca anlayabiliyor musunuz?

-Herhangi bir konuda en az 30 dk sohbet edebilip, bu durum sık sık tekrarlanabiliyor mu?

-Çift olarak kendiniz dışında, ilerde olacak çocuklarınız ve dünya için hayalleriniz aynı veya benzer mi?

-Boş vakitlerinizde yapmayı sevdikleriniz (biriniz ağrı dağına tırmanma, öteki battaniyeye gömülüp tv izleme gibi uç noktalarda farklılılar yerine) birlikte piknik, birlikte tv izleme gibi şeyler mi?

Vs vs...

Öyleyse uyumu yakaladınız...

Kısaca dünyaya bakış açınız ne kadar aynıysa, o kadar uyumlu ve huzurlu bir yaşamınız olacaktır.

Kimi de der ki: "ama bu fazlaca 'ben?' Hiç eğlenceli ve çekici değil."

Sizin çekici bulduğunuz farklılıklar hayat boyu hırgür yaşama sebepleri :) bununla birlikte iki taraf da hırgürle yaşamayı seviyorsa, olsun bu da bir uyumdur, tebrik ederim birbirinizi yakaladınız :) ancak "eşimle hep tartışıyoruz" vs şikayetleri ile ilerde yakınlarınızın başını hiç ağrıtmayın, onların bu işte hiç suçu yok; siz farklılıklarınızı bile bile, göre göre evlendiniz, şimdi seçimlerinizin sonuçlarını tek başınıza yaşayın :)

Not: birisi ağrı dağındayken ötekisi battaniye ile tv karşısına gömülü çiftler de mutlu olabilir. Hangi şartla? Bazı kişiler evlense de tek başına, kendi arkadaşları ile vakit geçirerek mutlu olabilir; eşlerinden böyle bir beklentileri yoktur. İki taraf da bu şekilde ise, yani birbirlerinden (bu tür konularda) beklentileri olan insanlar değilse, iki farklı insan, tek bir evin içinde karşılıklı saygı ve sevgi ile mutlu olabilir. İnsanların hepsi o kadar gelişmiş olduğunda: ihmal edildiği için ağlayan kadınlar, ihmal edildiği için hayata karşı buz kesmiş erkekler olmaz. Son olarak ise:

Dünyaca bu eğitim düzeyini yakalayana kadar, zihinsel ve ruhsal uyuma odaklanmanız hayrınızadır :)


kokoreç

biriyilikhayali
Hijyen endişesi sebebi ile çoook uzun yıllar uzak kaldığım, Mirkelam'ın "Kokoreç" şarkısından başka hayatımda yeri olmayan şey-di.

Eşimin güvenilir yer bulup yeminler eşliğinde ilk defa bana denettirmesinden sonra "şarkısı yazılacak kadar varmış" demiştim.

Her yerden yenmez, sadece işini titiz yapanlardan 👍🏻

kitap incelemeleri

biriyilikhayali
Sınırsız güç/anthony robbins

Kendi harçlıklarımla, okul ödevi olmaksızın, ilk isteyerek aldığım kitaptı. 14-15 yaşındaydım. Şu an okusam aynı şeyleri hisseder miydim bilmiyorum, ama o günlerde hayatıma ışık getirmişti. Hedeflerin yüksek tutulması, inanılırsa başarılacağı inancı, empati vs bir çok değer; en çok da yaşam sevinci katmıştı. Ki o zamanlar en çok ihtiyacım olan şey de buydu.

Peki bu kitabı ilk gençlik yıllarında okumuş biri olarak hayatta hedeflediğim bir başarı elde ettim mi? Hayır, elle tutulur hiçbir önemli başarım olmadı. Ama malum hayatın bana sunduklarını masaya yatırıp bir incelemeye alsak, sadece aklımın yerinde ve hala gülebiliyor olmam bile çok büyük başarı :)

Eminim bir çoğunuz bu şekildesiniz, bu kitabı okumayanlarınız da tabi... Bu kitabı bu kadar çok seviyor olmam: kendi aldığım ve severek okuduğum ilk kitap olması. Ayrıca anlatımı gayet akıcıydı, roman gibi "sonraki sayfada ne var?" diye merak ediyordum.

Not: 14-15 yaşımda okuduğum bu kitabı başkasına hediye ettiğim için kitabın gıyabında konuşuyorum; bir gün yine almak istediğim kitaplardan :)

can sıkıntısı

biriyilikhayali
Yapmak istediklerimizi yapamadığımızda oluşan durum:

Güneşi çok seviyorsunuzdur ama o gün hava bulutludur; can sıkıntısı sebebi.

Bitirmeniz gereken bir iş vardır ama gün içinde yorulmuşsunuzdur; can sıkıntısı sebebi.

Ne kadar uğraşsanız da günlerinizi "çıkan aksilikler yüzünden" istediğiniz başarı oranında tamamlayamıyorsunuzdur; can sıkıntısı sebebi.

Dünyanın sevgi/saygı yumağı insanlarla dolmasını istiyor ama her yerde tam tersi insanların varlığını bolca görüyorsunuzdur; can sıkıntısı sebebi.

Bir şeylerin değişmesini istiyor ama hiç de kolay değişmeyeceğini görüyorsunuzdur; en büyük can sıkıntısı sebebi.

Peki çözüm?:

Durumu kurtarabiliyorsan: kurtar, bitsin.

Kurtaramıyorsan: boşver gitsin.



hiç gülümsediniz mi

biriyilikhayali
Böyle bir dünyada beni hem ağlatan, hem güldüren tek şey: çocuklar.

Onları, böyle giderse neler bekliyor, düşündükçe ağlıyorum; her şeye rağmen dünyaya bakan o "masum, umut ve neşe dolu" gözlerini görünce de mutlu oluyorum. Biz de dünün çocuklarıydık, büyüdükçe yıprandık. Şimdi ise gülümsemek için, içten gülebildiğim o günlere dönmeye ihtiyacım var; çocukların umut dolu, masum gözlerinde...

(Onların geleceğini "bile bile" karartan herkes kahrolsun)

uzaktan eğitim

biriyilikhayali
Ülkedeki göz rahatsızlığı oranını ciddi şekilde artıran uygulama. Canlı eğitime katılım zorunluluğu getirilmese, EBA TV düzgün ve yeterli bir yayın sistemi geliştirse, bir de: okul kitapları "öğretmen anlatımına bağımlı" hazırlanmasa, herşey çok daha güzel olabilirdi...

Not: Bu derslerden en çok: içinde tek satır Türkçe olmayan İngilizce öğretim kitabı (İngilizce öğreneceksiniz ama kitabı okuyup anlamak için önce İngilizce öğrenmeniz gerekiyor. Bunun bir de Arapça kitap versiyonu var; İngilizce bilen her yerde çıkıyor ama evde Arapça bilen yoksa çocuk yandı ki yandı...), bir de Türkçe kitabı sorun olarak ilk sırada yer alıyor. (Türkçe kitabında da sadece hikaye, şiir, bir de "okudun ama ne anladın bakim?" etkinlikleri var; diğer tüm dilbilgisi konuları öğretmenin ek olarak beyan edeceği güne kadar "gizli/bilinmeyen" statüsünde...)

Öğretmenler değerli, ancak eğitim için öğretmene bu derece bağımlı bırakılmayı anlayamıyorum. Sanırım "zorunlu eğitim neden zorunlu", bunu hissettirmek için böyle yapıyorlar; çünkü öğretmen konuları anlatmasa, "bu" kitaplardan eğitim almak mümkün değil. (Oysa ki kitap denilen şey, bugün dünya üzerinde geçmişten geleceğe uzanmış tüm bilgilerin yegane kaynağı. Yeter ki okuma yazma bil, yeter ki öğrenmek iste; onlar tüm bildiklerini sana vermeye hazırdı...)

hastalık hastası olmak

biriyilikhayali
Hastalık hastaları sağlıklı yaşam için tüm gerekenleri yaparsa (stresten uzak; yeterli uyku; güneş; egzersiz; yeterince su; her gün taze meyve, sebze, yeşillik; diğer besinlerde de olması gereken şekilde bir denge; kimyasal temizlik ürünleri, kozmetikler vs yerine doğallarını tercih etme vb) daha az hasta olacakları için, daha az endişeleneceklerdir. Bir de şunu bilmeliler: en basitinden "susuzluğun" verdiği rahatsızlık ve kan değerlerine yansıması, bir çok ciddi hastalığın belirtileri ile aynı. Varın diğerlerini de siz hesap edin...

Bu yüzden en kötüsünü düşünüp evhamla hayatlarını kahredeceklerine (stres yapa yapa cidden hasta olacaklar bu kez), şu yukarıdaki sağlıklı olma yollarına tutunup, biraz daha sakin kalabilirseler, kendileri ve sevenleri için en güzelini yapacaklardır [Ancak tıp sektörü bundan memnun kalmaz, çünkü sürekli müşteri kaybı onlar için üzücü. (Sanırım bu yüzden susuzluk, stres etkileri ve vitaminsizliğin etkilerini hiç derince anlatmazlar. Varsa yoksa hemen MR vs...) Ama paranız bolsa zaman zaman yine ziyarete gidin, gereksiz ilaç yazdırın; ama kullanmayın. Siz sağlıklı olun, onlar da paralı...(vicdanlı doktorlar istisnadır; ama ben çoğunlukla vicdansızlarına denk geldim, ayrı...)]

Not: uzun süreli geçmeyen rahatsızlıklarda veya ani gelişen tuhaf rahatsızlıklarda doktora gitmekte her zaman fayda var. İkisinin ortası; ne fazla, ne eksik...

geçmişe takılı kalmak

biriyilikhayali
(yazar: farmasiyen) arkadaşımızın son cümlesini biraz uzunca açan bir yazı yazdım; geçmişe takılı kalıp acı içinde yaşayan tüm kalplere gelsin:

İnsan için sadece 3 zaman dilimi vardır: geçmiş, gelecek ve tam ikisi arasındaki şimdiki zaman.

Geçmiş, kapatılmış bir dosyadır: geri dönüp değiştirilemez. Ancak acı dolu çokça tecrübe sonucu "bir çok alınmış dersin" kaynağıdır ve bu yönüyle çok değerlidir.

Gelecek ise henüz yaşanmamış bir şekilde (umudumuz, hayallerimiz hep geleceğe dairdir ve insan ne "geçmiş", ne "şimdi" için hayal kurar; önümüzde her zaman sadece "gelecek" vardır) önümüzde bir bilinmeyen olarak durmaktadır ve çoğunlukla geleceğin mutluluğu: geleceğin geçmişindeki (bu aşamada sadece şimdi'de işlem yapabiliriz, çünkü "geçmiş" dosyası çoktan kapanmıştır) kendi çalışma azmimize ve kararlarımıza bağlıdır.

Ve şimdiki zaman, işte bu yönde, tam olarak "bizim kontrolümüzde/elimizde" olan tek zaman dilimidir. Geçmiş gibi kapalı bir dosya ve gelecek gibi bir bilinmezlik içinde değildir. Tam şu anda yapacaklarımız geleceğimizi belirler. Ve geçmişin bu hikayedeki yeri ise: "'gelecek' için 'şimdi' yapacaklarımızı seçme kararını, 'geçmişten' aldığımız derslerle" veririz.

Bu yüzden geleceğimizi şekillendirecek olan geçmişi sakın unutmayın, bugünkü bizi "biz yapan" geçmişimizdir.

Bununla birlikte geçmişten kaynaklı "ahlar, vahlar, kahretmeler, keşkeler" bu süreçte anlamsızdır, hiç bir işe yaramaz; sadece acıtır, umut tüketir, yorar, eli kolu bağlar. Geçmişi asla unutmayın, ancak geçmişten duyduğunuz bu acıları kapı dışında bırakın, salın gitsin. Uçan balona bağlayın, roketle uzaya fırlatın ve arkasından el sallayın... Yönünüz hep geleceğe doğru, çabanız bugün, gücünüz ise geçmişten gelir şekilde yaşayın.

otizm

biriyilikhayali
Genetik olduğu söylenilen ancak çeşitli detoks programları ile iyileşme gösterebildiğini öğrendiğim hastalık. Bu da hastalığın genetik değil, bir tür zehirlenme etkisi olduğunu düşündürüyor. (Belki de hem genetik, hem de zehirlenme durumudur; bilemiyorum...)

Kaynak:

3 videoluk Dr. Cem Kınacı ve Glutensizdunyacom röportajı:

Bölüm 1:


Bölüm 2:


Bölüm 3:


Bu alanda fikirlerine bakılması gereken diğer isimler:

Ahmet Aydın
Alişan Yıldıran

Bildiklerim bu kadar; belki birilerine faydalı olur umudu ve bu hastalığın bir an önce "benzer hastalıklarla birlikte" tarihin eski yaprakları arasında kalması duasıyla...







aşık olmak

biriyilikhayali
Evlendikten sonra ömrü 2-3 yıl olan bir şey. (Saygılı ve isabetli bir evlilikte aşk yerini sevgiye bırakır; bu yüzden doğru özelliklerdeki bir aşk evliliği her zaman güzeldir)

Evlenemeyeler için ise ömrü "bir ömür" olabiliyor ve bu işin içinde sadece kavuşamama durumu var.

Bunları bilen birisi "gereksiz/kendisi için mantıksız birine" aşık olduysa eğer, kurtulmak için tek yapması gereken: evlendikten 2-3 yıl sonra ne hale gelebileceklerini hayal etmesi. Aşk bitecek ve sadece uyumsuzluklarla dolu bir evlilik kalacak elinde. Bunu bil ve unut kardeşim.

Yine bunları bilen birisi, kendisi için mantıklı ama karşılıksız bir aşka düştü ise, kurtulmak için tek yapması gereken: yine evlendikten 2-3 yıl sonra ne hale gelebileceklerini hayal etmesi. Aşk yine bitecek ve sadece "bu kez uyumla dolu" bir evlilik kalacak elinde. Yukarıdaki örnek ile bunu kıyaslayınca gör kardeşim: aşk her zaman biter, geriye uyum veya uyumsuzluk kalır; işin özü budur. O yüzden sen de bir başka uyumlu olabileceğin eş arayışına düş; çünkü aşk her zaman geçicidir.

Not: Ömrünün sonlarına yakın değilsen, ve umut görüyorsan, bu karşılıksız aşk için çabalamayı da tercih edebilirsin. Eğer karşılık almayı başarırsan, aşk yine geçici. Ama ömür boyu gülümseyeceğin güzel hatıraların olacak ve uyumlu bir evliliğin... Bu yüzden bu geçici güzelliği çok iyi analiz etmek gerek. (Analiz yeteneği aşıklarda malum biraz körelmiştir. Sevdiğinize sizin gibi aşık olmayan, dolayısıyla analiz yeteneği ışıl ışıl parlamakta olan; ve bununla birlikte sizin iyiliğinizi de kesinkes düşünmekte olduğunu bildiğiniz: anne, baba, kardeş, arkadaş vs yorumları burada hayat kurtarıcıdır.)

özgür oluşum eskidefterler.com

biriyilikhayali
Ben de evde boş vakitlerimi değerlendirmek üzere bir iş ararken burayı bulanlardanım. Maalesef iş arayışımı sona erdirmediyse de, bu vesileyle böyle bir yeri tanımak cidden yüzümü güldürdü :) Bu zamanda da, her zaman olduğu gibi: insanların bildiklerini birbirleri ile paylaşmaya, iletişim kurmaya ihtiyaçları var. Ancak çoğu yerde bir fikri paylaşır iken, herhangi birinin araya girip saygısızlık etmediği bir ortam bulmak çok çok zor. Kişisel gelişimini tamamlamamış, nefretle, terbiyesiz sözlerle beslenen bu tip insanların dışarıda bırakıldığı; bununla birlikte farklı farklı kişiliklerin (cidden farklı), tek bir ortamda saygınca iletişimde bulunduğu bir yeri ne kadar uzun zamandır arıyorum, bir bilseniz :) Farklılıklar hayatın renkleri gibi. Ve bununla birlikte birinin farklı ötekinin farklı olması: çoğu kez "birinin haklı, ötekinin haksız olduğu" anlamına gelmiyor. O da haklı, o da haklı... Sadece olaylara değişik açılardan bakıyor, aynı olayın farklı yönlerini yakalıyor; esasen bu farklı kişiler tek bir olayın tüm yönlerini birlikte tamamlıyorlar. Bu yüzden "açık bir gerçeğe ters düşmemek kaydıyla" tüm farklılıklara ayrı bir saygım var, hepsi çok değerli.

Hatalı gördüklerime de yine saygım var. Nitekim, bir doğruyu farkedebilmek için belli bir bilgi birikimine ve bu bilgi birikiminden doğan bir farkındalığa ihtiyaç vardır. Herhangi bir kişide, bu, bu güne kadar eksik kalmış olabilir; olabilir, doğaldır. Vakti vardır, sırası vardır; bir gün o da anlayacaktır :) Ama baskı ile değil, zorlama ile değil. Akışına bırakmak lazım; nitekim ortada bir gerçek varsa, akleden her insan onu birgün muhakkak kavrayacaktır.

Not: Umutsuz vakaların varlığını da kabul ediyor, onları da öyle seviyorum. Yeter ki onların da karşılarındakilere saygıları olsun :)

uyku sorunu

biriyilikhayali
Uyumak istediğiniz saatten en az 1 saat önce:

zihnen ve bedenen yorucu işleri sonlandırmak;

sıvı tüketimini sonlandırmak (böbrekler yoğun çalışmaya devam ettiği sürece, henüz tuvalete gitme ihtiyacı oluşmadığı anlarda bile, uykuya dalmayı engelliyor);

telefon, tv gibi ışıklı cihazlardan uzak durup, parlak ışıkları kapatıp loş ışıkları açmak;

sokak lambası odayı çokça aydınlatıyorsa ışık geçirmeyen kalın perdeler kullanmak veya göz bandı kullanmak;

huzur verici kitaplar okumak;

rahatlatıcı ve doğal bir oda kokusu kullanmak;

günün sonunda ailece (anne, baba, eş, çocuk vs.) uyumadan önce: mangala, isim-şehir vb oynamak veya sadece "rahatlatıcı bir bitki çayı eşliğinde" sohbet etmek gibi zihin boşaltıcı hoş etkinlikler yapmak;

kısaca: günün sonunu giderek hafifleyen işlere ve rahatlatıcı etkinliklere ayırmak; ve kilit nokta: gözlerinizi parlak ışıktan uzak tutun (ciddi uyku kaçırıcı)

Son olarak bozulmuş uyku düzeni nasıl geri gelir:

Her gün 30 dk kadar erken uyanmaya çalışın. İstediğiniz zamanda uyanmaya başladığınızda bunu asla bozmayın. Tatil diye tek bir gün bile geç kalkarsanız, ertesi günden başlayarak tekrar aynı sorunlarla boğuşmak zorunda kalabilirsiniz. (Belki 1 saatlik bir geç uyanma normal karşılanabilir)

Herkese iyi uykular diliyorum :)









hoş geldiniz, bilginizle fikirler ve eleştiriler getirdiniz.


eski defterler ile zamanda yolculuk açılıyor. dün, bugün, yarın ve sonsuza değin el değmemiş konularda deneyim ve düşüncelerinizi açıkça paylaşabildiğimiz kronolojik bilgilik, hayata dair ne varsa aklınızdakilere 7/24 tercüman olacak etik çerçevede bir topluluğuz.
üyemiz olarak, zaman makinesi eski defterler'e siz de özgürce yazılar yazmak ve yönetimine katılmak ister misiniz? iletişim: sozluk@eskidefterler.com / +908503022238

hemen yazar olun