her yıl olduğu gibi ne tesadüftür ki 14 şubat tarihine denk gelecek olan anlamsız gün. fakat pandemiyi bahane ederek sevgilisine hediye almayı düşünmeyenlerin 14 şubat günü sabah kahvaltısı yapmamaları önerilir. çünkü zaten en az 2 gün boyunca bol miktarda trip yiyecekleri için onunla rahatça idare edebilirler. (!)
sevgililer günü kapitalistlere göre bir bayram, erkeklere göer kuyumcuların zenginliklerine zenginlik kattığı zaman dilimi, kadınlara göre ise merâsimlerle idrâk edilmesi gereken tarihi bir an, bir ritüeldir.
hediye neyse de; en azından sevgililer gününde sevgilinizi yemeğe çıkarma derdinden -şimdilik- kurtulduğunuz söylenebilir. ama unutmayın ki, çıkarılmayan yemekler, alınmayan hediyeler, gidilmeyen konserler fâiziyle geri istenir.
aşkın bir gün değil her gün yaşandığını düşünenlere göre sevgililer gününün bir önemi yoktur. mühim olan ortada fol yok yumurta yokken sürpriz yapmak, hiçbir şey olmadığı halde sırf 'seni seviyorum' demek için aramaktır. (işte bunlar hep, aşırı romantik film izlemenin sonucudur.)
sevgililer gününde hediye almamak kadar, 'al sana para, ne istiyorsan kendin al' demek de büyük bir kabalıktır.
ama sevgililer gününün türk geleneklerinde yeri olmadığı, pek çok şey gibi bize ejjjnebilerden (!) geldiği de bir gerçektir. bu yıl sevgililer günü havada aşk kokusunun değil virüs kokusunun olduğu bir gün olacağından dolayı dikkat edilmesi önerilir.
ayrıca sevgi emekse, sevgililer gününün emekliler günü niyetine kutlanarak 1 günlük prim, avans mavans verilmesi gündeme gelmeli, bu konu üzerinde fikir yürütülmelidir. amaç, ülkemizin kalkınması için tavsiye vermektir.
yalnızlar ise şubat'ın 13 çekmesini, kalan günler mart ayına eklenerek 14 şubat işkencesinden kurtulmayı temenni eder. (!)
aslında 14 şubat gelince en fazla mutlu olan kişiler sevgilisinden pahalı bir hediye alan insanlar değil, sevgiliyle mevgiliyle işi olmayanlardır. çünkü ceplerinden para çıkmayacaktır, bunun gibi rahatlık yoktur!
ama kadınların çoğu sevgililer gününde fazla bir şey beklemezler, o kadar da abartmamalıdır. sonuçta keman eşliğinde bir akşam yemeği veya bir adet tektaş bile yeter onlar için, işte tokgözlü olmak böyle bir şeydir. (!)
bazılarına göre aşk bir denizdir ve o denizin içinde boğulanlar kerizdir. onlara göre sevgililer günü de kerizler, enâyiler günüdür. aslında 'sevgililer günü' şeklindeki iki kelime önemli bir hakikati anlatır: insanlar artık günübirlik sevmektedir, ömürlük değil günlük sevgiler rağbet görmektedir...
çoğu erkek için kalbine giden asfaltı 'her türlü yiyecek' oluşturur. erkeklerin kalbine ulaşım sağlamak için mutfak yolunda birkaç tur atmak gereklidir. bazılarına göre kuru fasulye ile pilav kalp ile wireless bağlantısı kurmanızı sağlarken bazıları mantılardan, sarmalardan ve baklavalardan başkasıyla tatmin olmaz.
ama erkeğin kalbine giden yol bununla sınırlı değildir. onlar da kadınlar gibi iltifattan hoşlanır. ne kadar yakışıklı, cesur veya güçlü olduğunu vurgulayan bir iltifat onu etkilemenizi sağlayabilir.
tabii ki bunları yazarken amacımız eskidefterler'in güzin ablası olmak değildir. ama tabii bazı bazı erkeklerde kalp bile yoktur. aslında o kan pompalamakla görevli, hani saat gibi atan bir organ vardır ama içi boştur.
bazı erkeklerin kalbine giden yol hep çakıl taşlarıyla, dikenlerle doludur. orada yürümek sizi epey zorlayacaktır. iyisi mi ayakkabınızın topuğu kırılmadan bu yoldan geri dönmenizdir. çünkü onlardan size fayda yoktur.
erkeğin kalbine giden yolun hep mideden geçtiği söylense de çoğu kişi bunun başka bir yerden geçtiğini düşünür. onlara göre nevresim takımı yemek masasının örtüsünden daha değerlidir. (!)
aslında insanlar birbirlerinin kalbine ulaşmak için toplu taşımaya binmek durumundadır. (!) bu toplu taşıma ise gerçek sevgidir. tabii o toplu taşımada şoförün yanında sizin oturmanız gerekir. eğer şoför sizi 'bekleme yapma, bekleme yapma!, ilerleyelim' diye en arkaya atıp kimi bulduysa otobüse dolduruyorsa en müsaitinden bir yerde inmeniz gerekir. çünkü bu yolun sonu selâmet değildir.
siz onun hayatında ikinci plandaysanız, hep sizden daha önemli işleri varsa, siz yalnızca boş vakitlerini değerlendireceği bir araçsanız ve sizin için bir şeylerden vazgeçemiyorsa siz o otobüste; akbili bitmiş, bozuk parası da olmayan, kimseciklerin de yardım etmediği 'abi nolur bu seferlik idare et' diyen öğrenci gibi 'boynu bükük bir garibim yüzüm gülmüyor!' moduna girmişsiniz demektir.
ama erkeğin kalbine giden yol bununla sınırlı değildir. onlar da kadınlar gibi iltifattan hoşlanır. ne kadar yakışıklı, cesur veya güçlü olduğunu vurgulayan bir iltifat onu etkilemenizi sağlayabilir.
tabii ki bunları yazarken amacımız eskidefterler'in güzin ablası olmak değildir. ama tabii bazı bazı erkeklerde kalp bile yoktur. aslında o kan pompalamakla görevli, hani saat gibi atan bir organ vardır ama içi boştur.
bazı erkeklerin kalbine giden yol hep çakıl taşlarıyla, dikenlerle doludur. orada yürümek sizi epey zorlayacaktır. iyisi mi ayakkabınızın topuğu kırılmadan bu yoldan geri dönmenizdir. çünkü onlardan size fayda yoktur.
erkeğin kalbine giden yolun hep mideden geçtiği söylense de çoğu kişi bunun başka bir yerden geçtiğini düşünür. onlara göre nevresim takımı yemek masasının örtüsünden daha değerlidir. (!)
aslında insanlar birbirlerinin kalbine ulaşmak için toplu taşımaya binmek durumundadır. (!) bu toplu taşıma ise gerçek sevgidir. tabii o toplu taşımada şoförün yanında sizin oturmanız gerekir. eğer şoför sizi 'bekleme yapma, bekleme yapma!, ilerleyelim' diye en arkaya atıp kimi bulduysa otobüse dolduruyorsa en müsaitinden bir yerde inmeniz gerekir. çünkü bu yolun sonu selâmet değildir.
siz onun hayatında ikinci plandaysanız, hep sizden daha önemli işleri varsa, siz yalnızca boş vakitlerini değerlendireceği bir araçsanız ve sizin için bir şeylerden vazgeçemiyorsa siz o otobüste; akbili bitmiş, bozuk parası da olmayan, kimseciklerin de yardım etmediği 'abi nolur bu seferlik idare et' diyen öğrenci gibi 'boynu bükük bir garibim yüzüm gülmüyor!' moduna girmişsiniz demektir.
bu canlı türünün en kısa tanımı 'sinsi' şeklindedir. (!) bunlar sağ gösterip sol vurmaya bayılırlar. en büyük hobileri birine başka, ötekine başka konuşmaktır. yanınıza geldiler mi sizi yağlayıp ballarlar; arkanızı döndünüz mü zehir kusarlar. yanınızda suratınızı okşarlar, arkanızdan 'suratını şeytan görsün, bir kepçe tükürük atasım var yüzüne' (!) derler.
bunların övmelerine, cilâlamalarına, iltifatlarına aldanmamalıdır. bunlar önce över, sonra söver. yalancılık bunların karakteristik özelliğidir. dedikodu-gıybet, hasetçilik ne ararsan bunlarda vardır. kalpleri âdeta çarşamba pazarı gibidir.
özellikle bunlara okulda ve iş yerlerinde çok sık rastlanır. içten pazarlıklı insan; başarısını kıskandığı, hatta çatlayacak gibi olduğu o kişiye karşı dostâne yaklaşır. onunla güzel güzel geçiniyormuş gibi görünür. amacı onun sırlarını öğrenmek, hiç beklemediği bir anda onu sofra bezi gibi yere sermektir!
hani böyle tam diziye dalmış, 'kaç kız kaçç!' moduna girmiş, heyecanlı heyecanlı izlerken, hiç ummadığınız bir anda reklam girer de atraksiyonun büyüsü bozulur ya,; işte içten pazarlıklı insanların amacı size öyle bir his yaşatmaktır.
şebnem ferah boşuna mı demiş: 'tam zevkine varmışken, birden yere düştün mü sen?'
siz de böyle tam ağacın tepesine çıkmış; dal kalkar kartal sarkar terkerlemesini (yazması bile zor) işte onu mırıldanırken birden kendinizi yerde bulursunuz o içten pazarlıklı mahluk yüzünden.
içten pazarlıklı insancıkların ipliğini pazara çıkarmak gerekir. içten pazarlıklı olmaktansa, pazara gidip bir şey almadan dönmeyi tercih etmelidir. (tamam, pazar ile ilgili esprilerin tadı kaçtı, kotamız dolmuştur.)
gerçek niyetini gizleyen kişi, kötü niyetli olduğunu açıkça belli edenden daha tehlikelidir. 'ben kötü niyetliyim' diye bağırandan kaçmak kolaydır. ama öteki, bir parazit gibi hayatınıza sızar. yavaş yavaş kanınızı emmeyi amaçlar. dışı lc waikiki'den alınan 800 TL'lik bir çanta gibi olsa da içinde bomba vardır.
onun için bu tarz insanlara karşı tetikte olmalıdır. tabii ki herkese de şüpheyle yaklaşıp 'yağmur yağıyor' deseler 'sen bana ördek dedin!' dememelidir.
ama bir insana güvenirken düşünmek, herkesle her şeyimizi paylaşmamak, herkese 'sen bizdensin, geç geç' dememek gerekir.
bunların övmelerine, cilâlamalarına, iltifatlarına aldanmamalıdır. bunlar önce över, sonra söver. yalancılık bunların karakteristik özelliğidir. dedikodu-gıybet, hasetçilik ne ararsan bunlarda vardır. kalpleri âdeta çarşamba pazarı gibidir.
özellikle bunlara okulda ve iş yerlerinde çok sık rastlanır. içten pazarlıklı insan; başarısını kıskandığı, hatta çatlayacak gibi olduğu o kişiye karşı dostâne yaklaşır. onunla güzel güzel geçiniyormuş gibi görünür. amacı onun sırlarını öğrenmek, hiç beklemediği bir anda onu sofra bezi gibi yere sermektir!
hani böyle tam diziye dalmış, 'kaç kız kaçç!' moduna girmiş, heyecanlı heyecanlı izlerken, hiç ummadığınız bir anda reklam girer de atraksiyonun büyüsü bozulur ya,; işte içten pazarlıklı insanların amacı size öyle bir his yaşatmaktır.
şebnem ferah boşuna mı demiş: 'tam zevkine varmışken, birden yere düştün mü sen?'
siz de böyle tam ağacın tepesine çıkmış; dal kalkar kartal sarkar terkerlemesini (yazması bile zor) işte onu mırıldanırken birden kendinizi yerde bulursunuz o içten pazarlıklı mahluk yüzünden.
içten pazarlıklı insancıkların ipliğini pazara çıkarmak gerekir. içten pazarlıklı olmaktansa, pazara gidip bir şey almadan dönmeyi tercih etmelidir. (tamam, pazar ile ilgili esprilerin tadı kaçtı, kotamız dolmuştur.)
gerçek niyetini gizleyen kişi, kötü niyetli olduğunu açıkça belli edenden daha tehlikelidir. 'ben kötü niyetliyim' diye bağırandan kaçmak kolaydır. ama öteki, bir parazit gibi hayatınıza sızar. yavaş yavaş kanınızı emmeyi amaçlar. dışı lc waikiki'den alınan 800 TL'lik bir çanta gibi olsa da içinde bomba vardır.
onun için bu tarz insanlara karşı tetikte olmalıdır. tabii ki herkese de şüpheyle yaklaşıp 'yağmur yağıyor' deseler 'sen bana ördek dedin!' dememelidir.
ama bir insana güvenirken düşünmek, herkesle her şeyimizi paylaşmamak, herkese 'sen bizdensin, geç geç' dememek gerekir.
cevabı kişiye, zamana ve mekâna göre değişiklik gösteren durum. örneğin menstrüasyon dönemi yaklaşıyorsa kadınlar bol bol tatlı ister. hatta aşırı özgüvenli kadınlar, 'ya bu aralar aynaya bakmak istemiyorum, canım çok tatlı çekiyor, ee ben de o kadar tatlıyım ki kendimi yiyesim geliyor' moduna girer.
gerçi kadınların tatlı istemediği bir gün yoktur denebilir. o mutfakta her an yedek abur-cuburlar bulundurulmalıdır. ülker'ler, milka'lar, nestle'ler boşuna mı çıkmıştır? markete gidildiğinde sepetin %72'lik kısmı (!) bunlarla doldurulmalı ve stok yapılmalıdır.
ama kadınlar hamilelik dönemindeyse 'ne ister?' sorusunun cevabı farklı bir boyut kazanır. hiç akla gelmeyecek yemek kombinasyonları onların iştahını kabartabilir, özellikle de gecenin 3 buçuğunda. mesela bu, turşu+çikolata olabilir. acı soslu mandalina, tuzlu limon kabukları, hatta kar ve buz bile olabilir. hardallı çökelek, yumurtalı donut, salçalı-salatalık turşulu-mayonezli spagetti, deterjan, tebeşir, toprak, boya aşerenler bile vardır.
onun dışında her kadın kendisine 'yaa bu sana ne kadar yakışmış', 'çok güzelsin', 'zayıfladın mı sen?', 'hşştt kız seninki var ya eski sevgilin çok kötüymüş, seni sorup duruyomuş' vb. denilmesini ister. hatta bunlar kesmezse, 'adriana lima gibi olmuşun haa' gibi iltifatlar edilmesini bekler.
buna ek olarak; 'kalbinin kahvesinden koy gönlüme, 40 yılın hatırına sende kalayım' gibi süslü püslü sözler, övgüler-methiyeler, şiirler-şarkılar her kadının 'önemle rica olunur' diye talep ettiği şeylerdir.
adam gibi sevilmek, kendisine yalan söylenmemesi, arkasından dedikodusunun yapılmaması da kadınların yaşamsal isteklerindendir. (gerçi kendine yapılmasını istemediğin şeyleri başkasına yapma hakikati çoğunda tezahür etmez ve onlar birilerinin kendi arkalarından konuştuğunu duyunca 'saçını başını yolucam' moduna girdikleri halde kendileri başkalarının arkasından konuşmaya bayılırlar.)
gelinim mutfakta, masterchef gibi yarışmalarda sevdiği yarışmacının kazanması, sevdiği diziyi izlerken hiç reklam girmemesi ve 1291 saat özet yayınlanarak bölümün geciktirilmemesi, sevdiği dizinin fragmanını bölüm bittikten sonra hemen görmek kadınların yüksek beklentileri arasındadır.
çoğu kadın bir burak özçivit'tir, bir çağatay ulusoy'dur, bir aras bulut iynemli'dir o tarz ünlü, zengin, yakışıklı bir erkekle tanışmayı, resim çektirip imza almayı ister. tabii ki her kadına göre; kendisinin sevgilisi olacak olan müstakbel erkek adayı da mutlaka zengin, centilmen, yakışıklı, baklavalı, kaslı-maslı olmalıdır. ağır abi olmasına gerek yoktur, göbeği kendisinden önce gelmemelidir, küpe takmamalı, saçlarını uzatıp topuz yapmamalıdır.
özel günlerin hatırlanması da bir kadına karşı yerine getirilmesi gereken en mühim görevlerdendir. hediyedir çiçektir, romantik sürprizlerdir falan, bunlar kadınların mutluluk hormonlarını artırarak kalbinden bol FPS almanızı, size karşı yoğun sevgi duymasını sağlar.
ama 'iki gönül bir olunca samanlık seyran olur' edebiyatına gerek yoktur. her kadın refah içinde yaşamayı, herkes gibi para harcamayı ister. tabii kadınların bu isteği genelde abartılı olur: reyonda ne bulduysam alayım, kredi kartım limitsiz olsun, gratis ile watsons'tan sınırsız indirim çeki vb. bunlara örnektir.
hepsi bir yana, kadınlar zariftir zarafet bekler. nâziktir, nezâket görmeyi diler. bunun bilincinde olmalı, onlara iyi davranmalıdır. çoğu kadın 'şule çet, emine karabulut vb.' gibi öldürülmek istemiyorum der, ama onların sesini duyan olmaz. birçok kadın medeni bir insan gibi boşanmak ister aama buna izin verilmez. köyde yaşayan kadınlar okuma-yazma öğrenmek, okula gitmek isterler ama bu onlara yasaklanır. işte önce, kadınların bu isteklerini dikkate almak gerekir.
gerçi kadınların tatlı istemediği bir gün yoktur denebilir. o mutfakta her an yedek abur-cuburlar bulundurulmalıdır. ülker'ler, milka'lar, nestle'ler boşuna mı çıkmıştır? markete gidildiğinde sepetin %72'lik kısmı (!) bunlarla doldurulmalı ve stok yapılmalıdır.
ama kadınlar hamilelik dönemindeyse 'ne ister?' sorusunun cevabı farklı bir boyut kazanır. hiç akla gelmeyecek yemek kombinasyonları onların iştahını kabartabilir, özellikle de gecenin 3 buçuğunda. mesela bu, turşu+çikolata olabilir. acı soslu mandalina, tuzlu limon kabukları, hatta kar ve buz bile olabilir. hardallı çökelek, yumurtalı donut, salçalı-salatalık turşulu-mayonezli spagetti, deterjan, tebeşir, toprak, boya aşerenler bile vardır.
onun dışında her kadın kendisine 'yaa bu sana ne kadar yakışmış', 'çok güzelsin', 'zayıfladın mı sen?', 'hşştt kız seninki var ya eski sevgilin çok kötüymüş, seni sorup duruyomuş' vb. denilmesini ister. hatta bunlar kesmezse, 'adriana lima gibi olmuşun haa' gibi iltifatlar edilmesini bekler.
buna ek olarak; 'kalbinin kahvesinden koy gönlüme, 40 yılın hatırına sende kalayım' gibi süslü püslü sözler, övgüler-methiyeler, şiirler-şarkılar her kadının 'önemle rica olunur' diye talep ettiği şeylerdir.
adam gibi sevilmek, kendisine yalan söylenmemesi, arkasından dedikodusunun yapılmaması da kadınların yaşamsal isteklerindendir. (gerçi kendine yapılmasını istemediğin şeyleri başkasına yapma hakikati çoğunda tezahür etmez ve onlar birilerinin kendi arkalarından konuştuğunu duyunca 'saçını başını yolucam' moduna girdikleri halde kendileri başkalarının arkasından konuşmaya bayılırlar.)
gelinim mutfakta, masterchef gibi yarışmalarda sevdiği yarışmacının kazanması, sevdiği diziyi izlerken hiç reklam girmemesi ve 1291 saat özet yayınlanarak bölümün geciktirilmemesi, sevdiği dizinin fragmanını bölüm bittikten sonra hemen görmek kadınların yüksek beklentileri arasındadır.
çoğu kadın bir burak özçivit'tir, bir çağatay ulusoy'dur, bir aras bulut iynemli'dir o tarz ünlü, zengin, yakışıklı bir erkekle tanışmayı, resim çektirip imza almayı ister. tabii ki her kadına göre; kendisinin sevgilisi olacak olan müstakbel erkek adayı da mutlaka zengin, centilmen, yakışıklı, baklavalı, kaslı-maslı olmalıdır. ağır abi olmasına gerek yoktur, göbeği kendisinden önce gelmemelidir, küpe takmamalı, saçlarını uzatıp topuz yapmamalıdır.
özel günlerin hatırlanması da bir kadına karşı yerine getirilmesi gereken en mühim görevlerdendir. hediyedir çiçektir, romantik sürprizlerdir falan, bunlar kadınların mutluluk hormonlarını artırarak kalbinden bol FPS almanızı, size karşı yoğun sevgi duymasını sağlar.
ama 'iki gönül bir olunca samanlık seyran olur' edebiyatına gerek yoktur. her kadın refah içinde yaşamayı, herkes gibi para harcamayı ister. tabii kadınların bu isteği genelde abartılı olur: reyonda ne bulduysam alayım, kredi kartım limitsiz olsun, gratis ile watsons'tan sınırsız indirim çeki vb. bunlara örnektir.
hepsi bir yana, kadınlar zariftir zarafet bekler. nâziktir, nezâket görmeyi diler. bunun bilincinde olmalı, onlara iyi davranmalıdır. çoğu kadın 'şule çet, emine karabulut vb.' gibi öldürülmek istemiyorum der, ama onların sesini duyan olmaz. birçok kadın medeni bir insan gibi boşanmak ister aama buna izin verilmez. köyde yaşayan kadınlar okuma-yazma öğrenmek, okula gitmek isterler ama bu onlara yasaklanır. işte önce, kadınların bu isteklerini dikkate almak gerekir.
çoğu insanın sıkışınca bahane olarak kullanmaya çalıştığı, fakat muhatabı tarafından hiç inandırıcı olarak görülmeyen ve 'seni kekliyorum! bana inanma!' şeklinde anlaşılan cümleler bütünü. bu yalanların kullanım oranı tıpkı embesil hareketlerle video çekip youtube'a atan birçok kişinin ergen abone sayısı kadar yüksektir!
örneğin 'biz sizi arayacağız' yalanı bunların başında gelir. nedense o telefon bir türlü çalmaz. 2000'li yıllarda kontörü olmayıp da ödemeli atan arkadaşın dramı kadar kötüdür CV'sini verdikten sonra 'biz size döneceğiz' sözüyle kibarca postalanmak.
'ben asla yalansöylemem' de en sık telâfuz edilen yalanlardandır. kimse yoğurdum ekşi demediği için herkese göre kendisi mükemmeldir. oysa iyi insanların ne kendini övmeye ne de bir başkası tarafından övülmeye ihtiyacı yoktur.
'dünya ahiret bacımsın' yalanını da unutmamak gerekir. onun bir başka versiyonu 'biz beraber büyüdük, kardeşiz' şeklindedir. nedense bunu söyleyenler bir süre sonra o 'kardeş' kelimesinin sonundaki üç harfi silerek yerine bir 'ı' harfi, yanına da 'm' harfi koymak için uğraşmaya başlar. (!)
'sessizdeydi duymamışım' veya 'mesajını şimdi gördüm' yalanlarını söyleyen çoktur ama yiyen yoktur. not: son görülmeyi ve okundu bilgisini kapatmanız bir işe yaramıyor, daha çok sırıtıyor. böyle yaparak kurtulduğunu zannedenlere duyurulur.
'bir defa yüzüm gülmedi' yalanı da çok nankörce bir ifadedir. insan sahip olduğu onca şeyi, en ufak bir sıkıntıda yoksayar. her gün ağzı kulaklarında yaşıyor olsa; bir gün bir şey yolunda gitmedi mi 'senelerdir gözümün yaşı dinmiyor' moduna girer.
'mesaideyim' yalanı pandemi nedeniyle artık pek söylenmez olmuştur. ama o bir yerlerde pusuya yatmış bekliyordur, işler normale dönünce tekrar gün yüzüne çıkarak sevgiliyi veya evde bekleyen eşi/çocukları, yahut yemeğe çağıran anneyi vb. geçiştirmek için kullanılmaya devam edecektir.
'sana çok yakışmış' sözü de kadınların en çok duymak istediği yalanlardandır.
'70 milyon bizi izliyor' yalanını çoğu programcı söyler ama kıytırık kanallarda yayınlanan programların sunucuları söyledi mi rezâletin elli tonu ortaya çıkar.
'elektrikler gitti ödevimi yapamadım' yalanı eski çağlarda kalmıştır. onun yerine 'ttnet altyapı çalışması yapıyomuş ya birkaç gün net gelmeyecekmiş' veya 'o kadar yazdım yazdım, kaydetmeden kapattım' gibi daha dijitalimsi yalanlar uydurulur.
'bir kereden bir şey olmaz' yalanı nice insanın hayatını karartır. 'evlenelim, anneni de yanımıza alırız, failler bulunup adalete (!) teslim edilecek, iktidara gelelim terör bitecek ekonomi düzelecek, sadece arkadaşız, ben hiç horlamam, hallederiz, akşama erken gelirim, işsizlik azaldı, sigarayı bırakacağım, diyete başlayacağım' gibi ifadeler de söylenme rekorları kırmış yalanlardandır.
diğer popüler yalanlar ise şunlardır:
'ben size mail atmıştım gelmedi mi?'bir ara görüşelim
çok zayıflamışsın
sorun sende değil bende
ben de tam seni arayacaktım
trafik vardı
%50 indirim!
beğenmezseniz paranız iade
zehirlendim
ailevi bir mesele v ar
senin gibisini görmedim
tek aşkım sensin
mühim olan ruh güzelliğidir
yarın başlayacağım
iğne atsan yere düşmeez
örneğin 'biz sizi arayacağız' yalanı bunların başında gelir. nedense o telefon bir türlü çalmaz. 2000'li yıllarda kontörü olmayıp da ödemeli atan arkadaşın dramı kadar kötüdür CV'sini verdikten sonra 'biz size döneceğiz' sözüyle kibarca postalanmak.
'ben asla yalansöylemem' de en sık telâfuz edilen yalanlardandır. kimse yoğurdum ekşi demediği için herkese göre kendisi mükemmeldir. oysa iyi insanların ne kendini övmeye ne de bir başkası tarafından övülmeye ihtiyacı yoktur.
'dünya ahiret bacımsın' yalanını da unutmamak gerekir. onun bir başka versiyonu 'biz beraber büyüdük, kardeşiz' şeklindedir. nedense bunu söyleyenler bir süre sonra o 'kardeş' kelimesinin sonundaki üç harfi silerek yerine bir 'ı' harfi, yanına da 'm' harfi koymak için uğraşmaya başlar. (!)
'sessizdeydi duymamışım' veya 'mesajını şimdi gördüm' yalanlarını söyleyen çoktur ama yiyen yoktur. not: son görülmeyi ve okundu bilgisini kapatmanız bir işe yaramıyor, daha çok sırıtıyor. böyle yaparak kurtulduğunu zannedenlere duyurulur.
'bir defa yüzüm gülmedi' yalanı da çok nankörce bir ifadedir. insan sahip olduğu onca şeyi, en ufak bir sıkıntıda yoksayar. her gün ağzı kulaklarında yaşıyor olsa; bir gün bir şey yolunda gitmedi mi 'senelerdir gözümün yaşı dinmiyor' moduna girer.
'mesaideyim' yalanı pandemi nedeniyle artık pek söylenmez olmuştur. ama o bir yerlerde pusuya yatmış bekliyordur, işler normale dönünce tekrar gün yüzüne çıkarak sevgiliyi veya evde bekleyen eşi/çocukları, yahut yemeğe çağıran anneyi vb. geçiştirmek için kullanılmaya devam edecektir.
'sana çok yakışmış' sözü de kadınların en çok duymak istediği yalanlardandır.
'70 milyon bizi izliyor' yalanını çoğu programcı söyler ama kıytırık kanallarda yayınlanan programların sunucuları söyledi mi rezâletin elli tonu ortaya çıkar.
'elektrikler gitti ödevimi yapamadım' yalanı eski çağlarda kalmıştır. onun yerine 'ttnet altyapı çalışması yapıyomuş ya birkaç gün net gelmeyecekmiş' veya 'o kadar yazdım yazdım, kaydetmeden kapattım' gibi daha dijitalimsi yalanlar uydurulur.
'bir kereden bir şey olmaz' yalanı nice insanın hayatını karartır. 'evlenelim, anneni de yanımıza alırız, failler bulunup adalete (!) teslim edilecek, iktidara gelelim terör bitecek ekonomi düzelecek, sadece arkadaşız, ben hiç horlamam, hallederiz, akşama erken gelirim, işsizlik azaldı, sigarayı bırakacağım, diyete başlayacağım' gibi ifadeler de söylenme rekorları kırmış yalanlardandır.
diğer popüler yalanlar ise şunlardır:
'ben size mail atmıştım gelmedi mi?'bir ara görüşelim
çok zayıflamışsın
sorun sende değil bende
ben de tam seni arayacaktım
trafik vardı
%50 indirim!
beğenmezseniz paranız iade
zehirlendim
ailevi bir mesele v ar
senin gibisini görmedim
tek aşkım sensin
mühim olan ruh güzelliğidir
yarın başlayacağım
iğne atsan yere düşmeez
doz aşımı yapılırsa zarar veren duygu. düşkünlük, doymazlık gibi anlamlara gelen hırs; ekseriyetle kötü arzuları anlatmak için kullanılan bir terimdir. kimileri şöhret hırsıyla yanıp tutuşur; birileri ondan bahsetsin, meşhur olsun diye yapmadığı şey kalmaz. fenomen olmak için her türlü rezilliğe ıslak imzasını atar (!) ve bundan da hiç gocunmaz. bazıların gözünü de mal-mülk hırsı bürümüştür. milyarlarına milyarlar eklemek için her şeyi yaparlar fakat ceplerinden 3 kuruş çıkmaması için sefil gibi yaşarlar. bunun adına da tutumluluk, tasarruf derler. oysa onlar pintilerin ta kendileridir.
hırslanmak, başkalarını yoksamaya sebep olmaamalıdır. hırs yaptı diye istediği şeyi elde etmek için başkasının üzerine basıp yürümeye çalışanlar ummadıkları anda yere serilir.
insanı çoğu zaman onun düşmanları hırslandırır. eleştiriler bir ok, kalp de bir dart tahtası gibidir. insan yıkıcı eleştirilerle hırs yapar ve 'görürsünüz ulan, size gününüzü göstermezsem adam değilim anasını satayım' moduna girer.
kilolu bir insan boğazına hiç hâkim olamayıp sürekli 'ye babam ye' çerçevesinde hayatını sürdürürken (!), bir gün birinin 'aaa göbeğin büyümüş hamile misin?' veya 'toplam malzemen bu kadar mıydı?', '10 tane gezegen var diyolar da sen 11. gezegen falan mısın?' gibi sözleriyle hırs yapar. böylece o big king'lerden, güllüoğlu baklavalarından, hacıoğlu dönerlerden ve komagene çiğköftelerden bir anda soğur. azmeder, bağrına taş basar ve kısa zamanda kilolarını şutlar.
azim demişken hırs ve azim arasında da farklılık olduğunu hatırlamak gerekir. azim iyi ahlâklı insanların meziyetlerindeyken başkasına zarar vermeye yol açan hırs, bencil ve çıkarcı insanların vasfıdır.
hırs sonu gelmeyen ve aşırı derecede tutku/arzu; kızgınlık, öfke gibi anlamlar taşır. hırslı insanın amacı başkasını mağlup etmek, ondan üstün olmaktır. hırslı insan kolay kolay tatmin olmaz, yenilgiyi kabullenmez.
azimli insan yenildiğini kabul eder, fakat yılmaz. kaybettiklerini kazanmaya çalışır. başkasını alt etme gibi bir hedefi yoktur. azimli insan 'ben başarayım yeter' düşüncesindedir, kıskanç ve kötü niyetli değildir. kendisine odaklanmıştır. zaten çalışkan olduğu için başkalarının ne yaptığıyla uğraşacak vakti yoktur. azimli insan kanaatkârdir, yetinmeyi bilir.
hırslanmak, başkalarını yoksamaya sebep olmaamalıdır. hırs yaptı diye istediği şeyi elde etmek için başkasının üzerine basıp yürümeye çalışanlar ummadıkları anda yere serilir.
insanı çoğu zaman onun düşmanları hırslandırır. eleştiriler bir ok, kalp de bir dart tahtası gibidir. insan yıkıcı eleştirilerle hırs yapar ve 'görürsünüz ulan, size gününüzü göstermezsem adam değilim anasını satayım' moduna girer.
kilolu bir insan boğazına hiç hâkim olamayıp sürekli 'ye babam ye' çerçevesinde hayatını sürdürürken (!), bir gün birinin 'aaa göbeğin büyümüş hamile misin?' veya 'toplam malzemen bu kadar mıydı?', '10 tane gezegen var diyolar da sen 11. gezegen falan mısın?' gibi sözleriyle hırs yapar. böylece o big king'lerden, güllüoğlu baklavalarından, hacıoğlu dönerlerden ve komagene çiğköftelerden bir anda soğur. azmeder, bağrına taş basar ve kısa zamanda kilolarını şutlar.
azim demişken hırs ve azim arasında da farklılık olduğunu hatırlamak gerekir. azim iyi ahlâklı insanların meziyetlerindeyken başkasına zarar vermeye yol açan hırs, bencil ve çıkarcı insanların vasfıdır.
hırs sonu gelmeyen ve aşırı derecede tutku/arzu; kızgınlık, öfke gibi anlamlar taşır. hırslı insanın amacı başkasını mağlup etmek, ondan üstün olmaktır. hırslı insan kolay kolay tatmin olmaz, yenilgiyi kabullenmez.
azimli insan yenildiğini kabul eder, fakat yılmaz. kaybettiklerini kazanmaya çalışır. başkasını alt etme gibi bir hedefi yoktur. azimli insan 'ben başarayım yeter' düşüncesindedir, kıskanç ve kötü niyetli değildir. kendisine odaklanmıştır. zaten çalışkan olduğu için başkalarının ne yaptığıyla uğraşacak vakti yoktur. azimli insan kanaatkârdir, yetinmeyi bilir.
ecele faydası olmayan, yalnızca insanın psikolojik sağlığını bozan bir fobi türü. inanmayanlar bir gün ölümsüzlüğün bulunabileceğini zanneder. estetik olmanın yaşlanmayı geciktirdiğini, ilaç kullanmanın, spor yapmanın, takviye almanın yaşam süresini uzattığını söylerler. inananlar ise bunların bir 'sebep', bir vesile olduğunu; aslında ecel vaktinin hiç değişmediğini ve eceli gelenin bu dünyadan göçtüğünü bilirler.
tabii 'öleyim de kurtulayım' (!) diye isyan eden yahut kendini çok mütedeyyin sanıp her şeyi dört dörtlük yaptığını düşünen ve 'vuslat günü gelse de bir an önce hakiki vatanıma kavuşsam, yeyrin altı bana daha sevimli geliyor, keşke ölsem de Cennet'teki güzellikleri görsem' vb. gibi şeyler söyleyenler de ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kaldıklarında ne yapacaklarını şaşırırlar. (istisnâlar kâideyi bozmaz. gerçetken ölümden korkmayan, ona çok iyi hazırlanmış insanlar da vardır. mesela vatanı için korkusuzca savaşanlar buna örnektir. teröristler ise bir hiç için kendilerini imhâ eden beyinsizlerdir.)
özellikle, inançsız insanlar başları sıkışınca hemen Tanrı diye yalvarmaya başlarlar. gemi su almaya başlayınca veya uçak türbülansa girince bu halden kurtulurlarsa çok iyi bir insan olacaklarına dair kendilerine söz verirler. ama sağ-sâlim karaya çıktıkları zaman kaldıkları yerden devam ederler.
en gözü kara görünen insanın bile içinde bir yerlerde ölüm korkusu vardır. can her zaman tatlı gelir ve insanların çoğu ölümden bahsedilmesini bile istemez.
(tabii intihar edenler de çoktur. onların nasıl bir psikolojiye girip de bunu yapabildiklerini anlamak mümkün değildir.)
ama işte insan beyin ameliyatında ölmez de sokakta yürürken başına cam düşüp ölebilir. ya da kurşun yeyip ölmez ama nefes borusuna bir kuru fasulye tanesi kaçar ve hayatını kaybeder.
yani insan en ummadığı anda ölüme yakalanır ve korkmak onun daha önce veya daha geç gelmesini sağlamaz.
insanlar uyumak zorunda oldukları gibi öleceklerdir de. hem bu durum tüm canlılar için geçerlidir. onun için ölümden korkmak yerine onu iyi karşılamaya çalışmak gerekir.
tabii ölüm korkusu da gereklidir. ancak her şeyin fazlası zarar olduğu gibi her korkunun aşırısı da insanın sağlığını bozar.
insan sevdiklerinin ölmesinden de çok korkar. ama onları kafese kapatsa bile bir gün öölmelerine engel olamaz. onun için yapılması gereken sevdiklerimizin değerini bilmektir.
'yok abi ben ölümden mölümden korkmam' diyenlere şöyle biraz ölü yıkama, tabuta koyup kefenleme videolarını izlemeleri önerilir. (!)
tabii 'öleyim de kurtulayım' (!) diye isyan eden yahut kendini çok mütedeyyin sanıp her şeyi dört dörtlük yaptığını düşünen ve 'vuslat günü gelse de bir an önce hakiki vatanıma kavuşsam, yeyrin altı bana daha sevimli geliyor, keşke ölsem de Cennet'teki güzellikleri görsem' vb. gibi şeyler söyleyenler de ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kaldıklarında ne yapacaklarını şaşırırlar. (istisnâlar kâideyi bozmaz. gerçetken ölümden korkmayan, ona çok iyi hazırlanmış insanlar da vardır. mesela vatanı için korkusuzca savaşanlar buna örnektir. teröristler ise bir hiç için kendilerini imhâ eden beyinsizlerdir.)
özellikle, inançsız insanlar başları sıkışınca hemen Tanrı diye yalvarmaya başlarlar. gemi su almaya başlayınca veya uçak türbülansa girince bu halden kurtulurlarsa çok iyi bir insan olacaklarına dair kendilerine söz verirler. ama sağ-sâlim karaya çıktıkları zaman kaldıkları yerden devam ederler.
en gözü kara görünen insanın bile içinde bir yerlerde ölüm korkusu vardır. can her zaman tatlı gelir ve insanların çoğu ölümden bahsedilmesini bile istemez.
(tabii intihar edenler de çoktur. onların nasıl bir psikolojiye girip de bunu yapabildiklerini anlamak mümkün değildir.)
ama işte insan beyin ameliyatında ölmez de sokakta yürürken başına cam düşüp ölebilir. ya da kurşun yeyip ölmez ama nefes borusuna bir kuru fasulye tanesi kaçar ve hayatını kaybeder.
yani insan en ummadığı anda ölüme yakalanır ve korkmak onun daha önce veya daha geç gelmesini sağlamaz.
insanlar uyumak zorunda oldukları gibi öleceklerdir de. hem bu durum tüm canlılar için geçerlidir. onun için ölümden korkmak yerine onu iyi karşılamaya çalışmak gerekir.
tabii ölüm korkusu da gereklidir. ancak her şeyin fazlası zarar olduğu gibi her korkunun aşırısı da insanın sağlığını bozar.
insan sevdiklerinin ölmesinden de çok korkar. ama onları kafese kapatsa bile bir gün öölmelerine engel olamaz. onun için yapılması gereken sevdiklerimizin değerini bilmektir.
'yok abi ben ölümden mölümden korkmam' diyenlere şöyle biraz ölü yıkama, tabuta koyup kefenleme videolarını izlemeleri önerilir. (!)
bir kadın cinsel istismara uğradığında, kaybolduğunda veya öldürüldüğünde, suçluların bulunup cezalandırılmalarını sağlamaya çalışan anne-babaların karşı karşıya kalabildiği aptal cümle. örneğin şule çet dâvâsında sanık, kızın babasına karşı bu ifadeyi kullanmıştır. Tıpkı yaptığı şeyi mârifet olarak gören, adamlığı bırakın hayvan bile olamayacak bazı insanlar gibi. Tıpkı kızların başına gelen kötü olayların kızlar ve anne-babaları yüzünden olduğuna inanan örümcek kafalı insanlar gibi.
böyle düşünen insanlara göre kızlar bir maldır veya bir köpektir. onlar kafese koyulmaz, bir fânus içinde saklanmaz veya tasması bağlı tutulmazsa (!) başlarına bir şey gelir. bu durumda suçlu, onlara zarar veren mahluklar değil; kızın anne-babasıdır. çünkü 'kızlarına sahip çıkmamışlardır.'
işte bunlar 'kızınıza sahipğ çıksaydınız' diye kendini veya suçluları savunan kişilerin psikolojisidir. (TV karşısına kurulup magazin programı izler gibi müge anlı izleyip bir yandan da çekirdek çitlerken 'canım işte o da gızına sahip çıksaydı' diye suçluları müdafaa edenler aynı şey kendi başlarına gelince îdam! diye bağırmay başlar.)
bu tarz bir düşünce mekanizması geliştirmiş, beyni sakatlanmış olan insanlara göre kızların tecâvüze uğramalarının sebebi erkekleri tahrik etmeleridir. açık giyinen bir kız sözlü ve fiziksel tâcize dâvetiye çıkarmış demektir.
anne-babası kızın bilgisayar, telefon kullanmasını yasaklamıyorsa, onun dışarı çıkmasına karışmıyorsa kızlarına sahip çıkmıyorlar demektir. (!)
toplum bir vücut ise işte böyle düşünenler o vücutta kangren olmuş bir el, kanser olmuş bir mide, atardamarı tıkanmış bir kalp gibidir. böyle insanların bir cerrahi operasyonla toplumdan çıkarılması gerekse de tabii ki bu mümkün değildir.
böyle düşünen insanlara göre kızlar bir maldır veya bir köpektir. onlar kafese koyulmaz, bir fânus içinde saklanmaz veya tasması bağlı tutulmazsa (!) başlarına bir şey gelir. bu durumda suçlu, onlara zarar veren mahluklar değil; kızın anne-babasıdır. çünkü 'kızlarına sahip çıkmamışlardır.'
işte bunlar 'kızınıza sahipğ çıksaydınız' diye kendini veya suçluları savunan kişilerin psikolojisidir. (TV karşısına kurulup magazin programı izler gibi müge anlı izleyip bir yandan da çekirdek çitlerken 'canım işte o da gızına sahip çıksaydı' diye suçluları müdafaa edenler aynı şey kendi başlarına gelince îdam! diye bağırmay başlar.)
bu tarz bir düşünce mekanizması geliştirmiş, beyni sakatlanmış olan insanlara göre kızların tecâvüze uğramalarının sebebi erkekleri tahrik etmeleridir. açık giyinen bir kız sözlü ve fiziksel tâcize dâvetiye çıkarmış demektir.
anne-babası kızın bilgisayar, telefon kullanmasını yasaklamıyorsa, onun dışarı çıkmasına karışmıyorsa kızlarına sahip çıkmıyorlar demektir. (!)
toplum bir vücut ise işte böyle düşünenler o vücutta kangren olmuş bir el, kanser olmuş bir mide, atardamarı tıkanmış bir kalp gibidir. böyle insanların bir cerrahi operasyonla toplumdan çıkarılması gerekse de tabii ki bu mümkün değildir.
bir kadın ve erkek arasında oluşan bedensel âhenk, fiziksel çekim gücü, dokusal mutâbakat. (!) ]işte bunlar hep marjinal görünme çabaları]
çoğu kişiye göre tam kıvamında bir aşk için gereken temel malzemelerden biri ten uyumudur. yoksa aşkın dibi tutabilir, tavaya (veya ayrılığa) yapışabilir.
öyle ya, ten uyumunu yakalayamadıkları veya eski heyecanı alamadıkları gerekçesiyle yollarını ayrıanlar çoktur.
burada şarkıcı hâdise'nin sorduğu şu soruyu tekrar dile getirmek gerekir: 'aşk kaç beden giyer?'
ya da murat dalkılıç gibi şöyle demelidir: 'hangi ten kolayca bulmuş ki dengini, hızlanırsan bir taş tökezletir seni.'
sanki pc topluyormuş da ekran kartıyla uyumlubir ram arıyormuş gibi 'ten uyumluluğu' gerekçesiyle o ten senin bu ten benim seyyar satıcı gibi durmadan gezenler yok mu! işte onların aşka uzaklığı, mc donalds lezzetinin tavuk dönere olan uzaklığı gibidir.
iki insanın teni uyuşmazsa beyni uyuşur, birbirlerini anlayamaz olurlar. (!) biri diğerinin kapsama alanına giremezse 'aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor, sinyal sesinden sonra...' uyarısını dinlemek zorunda kalırlar. ama sinyal sesini beklemeyip yol yakınken kapatmaları gerekir.
tabii ki bu söylediklerimiz 'aşk=sevişmek' şeklinde algılanmamalıdır. tam aksine; dokunmadan ve hatta görmeden yaşanan aşklar daha gerçek, daha samimi ve daha uzun ömürlü olmaktadır.
ancak iki insan ilişki yaşıyorsa ten teması da bir yerden sonra kaçınılmazdır. işletim sistemiyle yazılım uyumsuz olursa ya delete tuşunu kullanmaktan ya da format çekmekten başka çare yoktur! (anladınız siz onu)
fakat ten uyumu dediğimiz şey eğer iki kadın veya iki erkek arasında aranıyorsa, birbirine cinsel arzu duyan iki kişi hemcins ise bunun tanımı sapıklık şeklindedir.
mutlu bir evlilik için ten uyumu şart olsa da flört etmek için böyle bir şart yoktur. hatta evlenmeden karı-koca gibi takılmak da kötüdür. (herkes farklı düşünüyor olabilir. kimilerine göre bu gâyet normaldir ve özgürlüktür.)
aranızda yoksa sinerji, alamıyorsan hiç enerji, sen bırak onu, yapar sana alerji! (bu şiirimsi dizelerim de benden tüm eskidefterler dinleyicilerine gelsin! istek parçalarınızı eskidefterler dj'ine iletebilirsiniz. kafamıza yatarsa çalarız.) :) :)
elbette ki ten uyumsuzluğuyla kastedilen şey, birinin zenci, birinin beyaz olması değildir. ırklar, renkler, vücut özellikleri farklı olabilir. önemli olan verimliliğ iyakalayabilmek, o randımanı alabilmektir. o size dokunduğunda CPU'nuz tavan yapıyor, kalbiniz (evin tüm pencerelerini açmışsınız gibi cereyan yapıp) çarpıyorsa, vücudunuz haziran'da kazak giymiş gibi terliyorsa; o da b uduygular konusunda size karşı boş değilse ten uyumu var demektir.
çoğu kişiye göre tam kıvamında bir aşk için gereken temel malzemelerden biri ten uyumudur. yoksa aşkın dibi tutabilir, tavaya (veya ayrılığa) yapışabilir.
öyle ya, ten uyumunu yakalayamadıkları veya eski heyecanı alamadıkları gerekçesiyle yollarını ayrıanlar çoktur.
burada şarkıcı hâdise'nin sorduğu şu soruyu tekrar dile getirmek gerekir: 'aşk kaç beden giyer?'
ya da murat dalkılıç gibi şöyle demelidir: 'hangi ten kolayca bulmuş ki dengini, hızlanırsan bir taş tökezletir seni.'
sanki pc topluyormuş da ekran kartıyla uyumlubir ram arıyormuş gibi 'ten uyumluluğu' gerekçesiyle o ten senin bu ten benim seyyar satıcı gibi durmadan gezenler yok mu! işte onların aşka uzaklığı, mc donalds lezzetinin tavuk dönere olan uzaklığı gibidir.
iki insanın teni uyuşmazsa beyni uyuşur, birbirlerini anlayamaz olurlar. (!) biri diğerinin kapsama alanına giremezse 'aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor, sinyal sesinden sonra...' uyarısını dinlemek zorunda kalırlar. ama sinyal sesini beklemeyip yol yakınken kapatmaları gerekir.
tabii ki bu söylediklerimiz 'aşk=sevişmek' şeklinde algılanmamalıdır. tam aksine; dokunmadan ve hatta görmeden yaşanan aşklar daha gerçek, daha samimi ve daha uzun ömürlü olmaktadır.
ancak iki insan ilişki yaşıyorsa ten teması da bir yerden sonra kaçınılmazdır. işletim sistemiyle yazılım uyumsuz olursa ya delete tuşunu kullanmaktan ya da format çekmekten başka çare yoktur! (anladınız siz onu)
fakat ten uyumu dediğimiz şey eğer iki kadın veya iki erkek arasında aranıyorsa, birbirine cinsel arzu duyan iki kişi hemcins ise bunun tanımı sapıklık şeklindedir.
mutlu bir evlilik için ten uyumu şart olsa da flört etmek için böyle bir şart yoktur. hatta evlenmeden karı-koca gibi takılmak da kötüdür. (herkes farklı düşünüyor olabilir. kimilerine göre bu gâyet normaldir ve özgürlüktür.)
aranızda yoksa sinerji, alamıyorsan hiç enerji, sen bırak onu, yapar sana alerji! (bu şiirimsi dizelerim de benden tüm eskidefterler dinleyicilerine gelsin! istek parçalarınızı eskidefterler dj'ine iletebilirsiniz. kafamıza yatarsa çalarız.) :) :)
elbette ki ten uyumsuzluğuyla kastedilen şey, birinin zenci, birinin beyaz olması değildir. ırklar, renkler, vücut özellikleri farklı olabilir. önemli olan verimliliğ iyakalayabilmek, o randımanı alabilmektir. o size dokunduğunda CPU'nuz tavan yapıyor, kalbiniz (evin tüm pencerelerini açmışsınız gibi cereyan yapıp) çarpıyorsa, vücudunuz haziran'da kazak giymiş gibi terliyorsa; o da b uduygular konusunda size karşı boş değilse ten uyumu var demektir.
çoğu kişiye göre 'soğuk yenen' fakat hazımsızlık yapan bir yemek.
çocuklar dolaptaki çikolatayı yiyen kardeşinden (!), liseliler 'hocam ödev vardııı!' diye ödevi hatırlatan inek öğrenciden, terk edilen kişi de kendisini unutup hemen yeni manita yapan eski sevgilisinden intikam almak ister.
dünyevi şeyler için intikam alma peşine düşmemelidir. fakat intikam alınması gereken birileri varsa o da teröristler, vatan hâinleridir.
bir olay olduktan sonra önce ortamın soğumasını, suların durulmasını, her şeyin unutulmasını bekleyen bu insanlar; yaşanan olayın üstünden uzun bir zaman geçtikten sonra küllenmiş ateşi ansızın alevlendirmeyi çok severler. çünkü onlar 'intikam soğuk yenen bir yemektir' felsefesini benimsemişlerdir.
onlara göre bir insandan intikam almak gerekiyorsa bu, onun hiç beklemediği bir zamanda, pat diye! olmalıdır.
iki kişi kavga ettikten sonra olayın şokunu atlatana ve herkes kendi hayatına dönene kadar belli bir süre geçmesi gerekir. işte bu süre zarfında her iki taraf da muhatabından gelecek kötülüklere karşı teyakkuz hâlindedir.
ama üzerinden biraz zaman geçince her şey unutulur. (daha doğrusu bir taraf unutur, diğer taraf pusuya yatmış bekler.) amacı intikam almak istediği o kişinin işleri yolundayken, tuzu kuruyken; böyle mutlu mesut yaşıyorken hayatının orta yerine dinamit bırakmaktır!
o yüzden atalarımız 'su uyur, düşman uyumaz' diye boşuna dememişlerdir.
intikamın en kötüsü de birinin yaptığı kötülüğün bedelini başkasına ödetmektir. (annemizin babamızla kavga ettikten sonra en ufak bir bahane ile bizi dövmesi ve böylece hıncını bizden alması bu intikamın örneklerindendir.)
ya da kan dâvâları da bunlardandır. biri birini öldürdü diye o kişinin âilesindeki herkesi öldürme üzerine kurulu olan bu zincirleme cinâyette kurbanlar hep suçsuz kişiler olur.
bazıları da eski sevgilisinden intikam almak için başkasıyla aşk yaşar. aklınca eski sevgilisinin burnu sürtsün ister. 'başkasına boş yere umut mu vermişim? onu kandırıyor muyum?' böyle şeyler onların umurunda değildir.
intikam zayıf insanların işidir diye bir söz vardır. güçlü insanlar affetmeyi seçer derler. fakat bunu da abartmamak gerekir. her haltı yiyeni affetmek, 'bu yetmedi, bi daha! bi daha!' diye tezahürat yapmak gibidir.
ama tabii ki insanın ne kötülük görürse görsün intikam alma yoluna gitmemesi erdemli bir davranıştır. kimsenin yanına kâr kalmayacağına inanan insan zaten intikamla mintikamla uğraşarak kendini yıpratmaz.
çocuklar dolaptaki çikolatayı yiyen kardeşinden (!), liseliler 'hocam ödev vardııı!' diye ödevi hatırlatan inek öğrenciden, terk edilen kişi de kendisini unutup hemen yeni manita yapan eski sevgilisinden intikam almak ister.
dünyevi şeyler için intikam alma peşine düşmemelidir. fakat intikam alınması gereken birileri varsa o da teröristler, vatan hâinleridir.
bir olay olduktan sonra önce ortamın soğumasını, suların durulmasını, her şeyin unutulmasını bekleyen bu insanlar; yaşanan olayın üstünden uzun bir zaman geçtikten sonra küllenmiş ateşi ansızın alevlendirmeyi çok severler. çünkü onlar 'intikam soğuk yenen bir yemektir' felsefesini benimsemişlerdir.
onlara göre bir insandan intikam almak gerekiyorsa bu, onun hiç beklemediği bir zamanda, pat diye! olmalıdır.
iki kişi kavga ettikten sonra olayın şokunu atlatana ve herkes kendi hayatına dönene kadar belli bir süre geçmesi gerekir. işte bu süre zarfında her iki taraf da muhatabından gelecek kötülüklere karşı teyakkuz hâlindedir.
ama üzerinden biraz zaman geçince her şey unutulur. (daha doğrusu bir taraf unutur, diğer taraf pusuya yatmış bekler.) amacı intikam almak istediği o kişinin işleri yolundayken, tuzu kuruyken; böyle mutlu mesut yaşıyorken hayatının orta yerine dinamit bırakmaktır!
o yüzden atalarımız 'su uyur, düşman uyumaz' diye boşuna dememişlerdir.
intikamın en kötüsü de birinin yaptığı kötülüğün bedelini başkasına ödetmektir. (annemizin babamızla kavga ettikten sonra en ufak bir bahane ile bizi dövmesi ve böylece hıncını bizden alması bu intikamın örneklerindendir.)
ya da kan dâvâları da bunlardandır. biri birini öldürdü diye o kişinin âilesindeki herkesi öldürme üzerine kurulu olan bu zincirleme cinâyette kurbanlar hep suçsuz kişiler olur.
bazıları da eski sevgilisinden intikam almak için başkasıyla aşk yaşar. aklınca eski sevgilisinin burnu sürtsün ister. 'başkasına boş yere umut mu vermişim? onu kandırıyor muyum?' böyle şeyler onların umurunda değildir.
intikam zayıf insanların işidir diye bir söz vardır. güçlü insanlar affetmeyi seçer derler. fakat bunu da abartmamak gerekir. her haltı yiyeni affetmek, 'bu yetmedi, bi daha! bi daha!' diye tezahürat yapmak gibidir.
ama tabii ki insanın ne kötülük görürse görsün intikam alma yoluna gitmemesi erdemli bir davranıştır. kimsenin yanına kâr kalmayacağına inanan insan zaten intikamla mintikamla uğraşarak kendini yıpratmaz.
çoğu insanın hayatında bir defa yemiş olduğu, adı kazık kendisi yazık bir çeşit zehir türüdür. âşık veysel gibi 'dostum diye diye nicesine sarıldım' dediğiniz bir insandan hiç beklemediğiniz bir anda gelen tekme, ummadığınız bir anda fırlatılarak başınızı yaran taş; dağınıza yağan kar hatta çığ vb. şeklinde de tanımlanabilir.
dost tarafından ikram edilen (!) ve sizin de 0 iştahla, istemeye istemeye yemek 'zorunda' kaldığınız kazık ruhunuzda hazımsızlığa, kalbinizde şişkinliğe, hayallerinizde gastrit sorununa ve umutlarınızda reflüye neden olur!
bu hastalığın tedavisi için hangi tabîbe gitseniz; bilemezsiniz...
ama siz: 'olayı dramatize etmeye gerek yok, ben dostumun attığı kazıkları saklıyorum ki o geri geri yürüyerek kalçası üstüne tekrar döndüğünde oturtacak bir yerim olsun, onu o kazıkta misafir edeceğim' diyorsanız; sizi hiçbir şey yıkamaz.
dost kazıkları kendi arasında farklı türlere ayrılır. (bu sınıflandırma bilimsel nitelik taşımamaktadır, bunu dikkate almanız önemle rica olunur).
eski dost kazığı: bununla yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmemiştir. yeri gelmiş, sevgilinizle sinemaya giderken bile yanınızda o olmuş; kene gibi yapışıp dibinizden ayrılmamış ve tüm romantizminizin içine etmiştir. yeri gelmiş sizi uykunuzun en tatlı yerinde bir telefon sesiyle uyandırmıştır. yeri gelmiş hesabı size ödetmiş, 'sonra vericem kanka' lafları havada kalmış ve siz 1 kişilik yeyip 2 kişinin parasını ödemekten dolayı derin bir hüzne gark olmuşsunuzdu.r (boğulmuşsunuzdur) o alacağınız tahsilat yalan olmuştur. yıllar böyle geçmiş; gel zaman git zaman aranızda bir anlaşmazlık yaşanmıştır. belki patronunuzun arkasından konuştuğunuzu gidip ona ispiyonlamıştır, belki ortaklaşa bir iş yapacakken sizi dımdızlak ortada bırakıp kendi işini kurmuştur. işte eski dost kazıkları unutulması en zor olan kazık çeşitlerinin başında gelir.
kombine dost kazığı: buna 'ikili dost kazığı' da denir. hatta 'multiple dost kazığı, multiplayer dost kazığı, bi alana bi bedava dost kazığı' şeklinde de nitelendirilebilir.
çünkü bu dost kazığının meydana gelmesinde sevgilinizin (eski sevgilinizin) de büyük bir rolü olmuştur. dostum sanarak koynunuzda beslediğiniz o yılan ile sevgilim zannederek kalbinizde büyüttüğünüz o çiyan birbirleriyle hayvansal bir ilişkiye girmişler; sizi aldatmışlardır!
belki de önceleri siz üçünüz birlikteyken sergiledikleri samimi tavırlarla sinyal vermişlerdir de siz anlamamazlıktan gelmiş 'aman canım biri sevgilim, biri de en yakın arkadaşım; samimi olmaları çok normal' diyerek geçiştirmişsinizdir.
sonra bir gün ikisini basmış, yahut mesajlarını yakalamışsınızdır. en acısı da askerden geldikten sonra onların evlendiğini öğrenmişsinizdir! (bu son örneği abartmış olabilirim. aşırı türk dizisi izlemenin sonucu budur! günümüzde bedelli askerlik falan çıktığına ve akıllı, zekâ küpü zehir gibi telefonlar yaygınlaştığına göre böyle bir şey olsa zaten haberi çoktan size gelir. teskerenizi beklemeye gerek kalmaz.)
peki size göre dost kazığının diğer türleri nelerdir?
dost tarafından ikram edilen (!) ve sizin de 0 iştahla, istemeye istemeye yemek 'zorunda' kaldığınız kazık ruhunuzda hazımsızlığa, kalbinizde şişkinliğe, hayallerinizde gastrit sorununa ve umutlarınızda reflüye neden olur!
bu hastalığın tedavisi için hangi tabîbe gitseniz; bilemezsiniz...
ama siz: 'olayı dramatize etmeye gerek yok, ben dostumun attığı kazıkları saklıyorum ki o geri geri yürüyerek kalçası üstüne tekrar döndüğünde oturtacak bir yerim olsun, onu o kazıkta misafir edeceğim' diyorsanız; sizi hiçbir şey yıkamaz.
dost kazıkları kendi arasında farklı türlere ayrılır. (bu sınıflandırma bilimsel nitelik taşımamaktadır, bunu dikkate almanız önemle rica olunur).
eski dost kazığı: bununla yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmemiştir. yeri gelmiş, sevgilinizle sinemaya giderken bile yanınızda o olmuş; kene gibi yapışıp dibinizden ayrılmamış ve tüm romantizminizin içine etmiştir. yeri gelmiş sizi uykunuzun en tatlı yerinde bir telefon sesiyle uyandırmıştır. yeri gelmiş hesabı size ödetmiş, 'sonra vericem kanka' lafları havada kalmış ve siz 1 kişilik yeyip 2 kişinin parasını ödemekten dolayı derin bir hüzne gark olmuşsunuzdu.r (boğulmuşsunuzdur) o alacağınız tahsilat yalan olmuştur. yıllar böyle geçmiş; gel zaman git zaman aranızda bir anlaşmazlık yaşanmıştır. belki patronunuzun arkasından konuştuğunuzu gidip ona ispiyonlamıştır, belki ortaklaşa bir iş yapacakken sizi dımdızlak ortada bırakıp kendi işini kurmuştur. işte eski dost kazıkları unutulması en zor olan kazık çeşitlerinin başında gelir.
kombine dost kazığı: buna 'ikili dost kazığı' da denir. hatta 'multiple dost kazığı, multiplayer dost kazığı, bi alana bi bedava dost kazığı' şeklinde de nitelendirilebilir.
çünkü bu dost kazığının meydana gelmesinde sevgilinizin (eski sevgilinizin) de büyük bir rolü olmuştur. dostum sanarak koynunuzda beslediğiniz o yılan ile sevgilim zannederek kalbinizde büyüttüğünüz o çiyan birbirleriyle hayvansal bir ilişkiye girmişler; sizi aldatmışlardır!
belki de önceleri siz üçünüz birlikteyken sergiledikleri samimi tavırlarla sinyal vermişlerdir de siz anlamamazlıktan gelmiş 'aman canım biri sevgilim, biri de en yakın arkadaşım; samimi olmaları çok normal' diyerek geçiştirmişsinizdir.
sonra bir gün ikisini basmış, yahut mesajlarını yakalamışsınızdır. en acısı da askerden geldikten sonra onların evlendiğini öğrenmişsinizdir! (bu son örneği abartmış olabilirim. aşırı türk dizisi izlemenin sonucu budur! günümüzde bedelli askerlik falan çıktığına ve akıllı, zekâ küpü zehir gibi telefonlar yaygınlaştığına göre böyle bir şey olsa zaten haberi çoktan size gelir. teskerenizi beklemeye gerek kalmaz.)
peki size göre dost kazığının diğer türleri nelerdir?
tarih olan bir aşktan kalan en büyük arkeolojik kalıntı (!). fotoğraflar, sizin şarkınız, hafızanızdaki anılar falan da o aşkın tarihine ışık tutan önemli eserlerdir ve hepsi o eski sevgili denen meretin başının altından çıkmıştır. böyle damdan düşer gibi bir giriş yaptığıma bakmayın, aslında eski sevgili çoğu kişi için kapanmayan ve ince bir sızı hâlinde kanamaya devam eden bir yaradır. kurtulmak isteyip de kopamadığı bir baş belâsı, hem öfke hem de özlem duyduğu, hem dönmesini deli gibi istediği hem de 'yüzünü şeytan görsün' dediği, hem aramak veya bir şey için için telefonu kaç kez eline alıp bıraktığı hem de facebook'lardan, oradan buradan stalkladığı; kısaca sigara gibi bir bağımlılıktır. onunla olmamıştır ama onsuz da devam etmek kolay değildir.
eğer bu eski sevgili denen şahsiyet aldatmak, kazıklamak vb. gibi büyük bir hata yapmak suretiyle ilişkinizin nallarını dikmesine yol açtıysa, onu hatırlarken kalbinizde ciddi bir nefret dalgası oluşacak, bir kaşık su olsa da onu boğsanız gibi düşünceler dört tarafı sinirlerle çevrili beyninizi her tarafını işga ledeceketir.
eski sevgili diye tanımlanan kişiyle severek ayrılma şeklinde dramatik bir anınız olduysa, bu durumda eski sevgili sizin için 'bir gün gelecek, her şey eskisi gibi olacak' umuduyla beklediğiniz biri olacaktır.
eski sevgilinizin sizden ayrıldıktan kısa bir süre sonra, daha motoru soğumadan yeni bir sevgili edindiğini duyarsanız ona karşı olan öfkeniz pofuduk kek gibi kabaracaktır! (!)
eski sevgilinizin sizi hâlâ unutamadığını, sizin adınızı falan sayıkladığını, sizi millete sorup durduğunu haber alırsanız; kuşlar (yani arkadaşlarınız) size gelip hemen yetiştirirlerse o zaman öfkeniz değil egonuz bu sefer tsunami görülen deniz gibi kabaracak, şöyle bir havalara girme faslınız başlayacaktır.
eski sevgili hakkında çok şey yazmak mümkündür. onun nasıl bir varlık olduğu herkesin neler yaşadığına göre değişir. dolayısıyla eski sevgili diye nitelendirilen canlının (!) kesin bilimsel bir tanımı yoktur. ardında kötü anılar bıraktıysa ondan ayrılmak 'oh be kurtuldum'; ardında güzel hatıralar bıraktı ve mecburen, severek ayrıldıysanız 'bir daha onun gibisini nasıl bulacağım?' şeklinde serzenişe sebebiyet verir.
ama şu inkârı mümkün olmayan bir hakikattir ki; eski sevgili sizin arkadaşınız olamayacak tek kişidir.
hayır yani; bir zamanlar yumruklarınızı birbirine tokuşturduğunuz, kafa göz yer misin yemez misin diye birbirinize daldığınız o adam bile yakın dostunuz olabilir ama eski sevgiliniz olan kadın size arkadaş olmaz.
kızlar için de aynı durum söz konusudur. saç saça baş başa birbirinizi yediğiniz, 'bu niye benden zayıf? bunun bacakları niye düz de benimkiler çarpık?' diye kıskanıp parçalamak istediğiniz o kız bile sizin kankiniz olabilir fakat bir zamanlar aşkitom, bebitom, balım diye takıldığınız eski sevgiliniz size arkadaş olamaz.
çünkü eski sevgili 'eskimiş de olsa' sevgilidir. onunla hiçbir şey olmamış gibi iki arkadaş olmanız fizik kurallarına terstir. mutlaka o yaşananlar hatırlanacak, kalpte birtakım duygular (bu öfke de, hoşlantı da olabilir) meydana gelecektir.
eğer bu eski sevgili denen şahsiyet aldatmak, kazıklamak vb. gibi büyük bir hata yapmak suretiyle ilişkinizin nallarını dikmesine yol açtıysa, onu hatırlarken kalbinizde ciddi bir nefret dalgası oluşacak, bir kaşık su olsa da onu boğsanız gibi düşünceler dört tarafı sinirlerle çevrili beyninizi her tarafını işga ledeceketir.
eski sevgili diye tanımlanan kişiyle severek ayrılma şeklinde dramatik bir anınız olduysa, bu durumda eski sevgili sizin için 'bir gün gelecek, her şey eskisi gibi olacak' umuduyla beklediğiniz biri olacaktır.
eski sevgilinizin sizden ayrıldıktan kısa bir süre sonra, daha motoru soğumadan yeni bir sevgili edindiğini duyarsanız ona karşı olan öfkeniz pofuduk kek gibi kabaracaktır! (!)
eski sevgilinizin sizi hâlâ unutamadığını, sizin adınızı falan sayıkladığını, sizi millete sorup durduğunu haber alırsanız; kuşlar (yani arkadaşlarınız) size gelip hemen yetiştirirlerse o zaman öfkeniz değil egonuz bu sefer tsunami görülen deniz gibi kabaracak, şöyle bir havalara girme faslınız başlayacaktır.
eski sevgili hakkında çok şey yazmak mümkündür. onun nasıl bir varlık olduğu herkesin neler yaşadığına göre değişir. dolayısıyla eski sevgili diye nitelendirilen canlının (!) kesin bilimsel bir tanımı yoktur. ardında kötü anılar bıraktıysa ondan ayrılmak 'oh be kurtuldum'; ardında güzel hatıralar bıraktı ve mecburen, severek ayrıldıysanız 'bir daha onun gibisini nasıl bulacağım?' şeklinde serzenişe sebebiyet verir.
ama şu inkârı mümkün olmayan bir hakikattir ki; eski sevgili sizin arkadaşınız olamayacak tek kişidir.
hayır yani; bir zamanlar yumruklarınızı birbirine tokuşturduğunuz, kafa göz yer misin yemez misin diye birbirinize daldığınız o adam bile yakın dostunuz olabilir ama eski sevgiliniz olan kadın size arkadaş olmaz.
kızlar için de aynı durum söz konusudur. saç saça baş başa birbirinizi yediğiniz, 'bu niye benden zayıf? bunun bacakları niye düz de benimkiler çarpık?' diye kıskanıp parçalamak istediğiniz o kız bile sizin kankiniz olabilir fakat bir zamanlar aşkitom, bebitom, balım diye takıldığınız eski sevgiliniz size arkadaş olamaz.
çünkü eski sevgili 'eskimiş de olsa' sevgilidir. onunla hiçbir şey olmamış gibi iki arkadaş olmanız fizik kurallarına terstir. mutlaka o yaşananlar hatırlanacak, kalpte birtakım duygular (bu öfke de, hoşlantı da olabilir) meydana gelecektir.
kendilerini kaf dağında gören, burnu havada insanlar grubunda yer alan varlıklardır. onların yaptığı bu davranış size hak ettiğiniz değeri vermediklerinin en büyük kanıtıdır. arkadaşlığı ticaret olarak gören bu insanlar; 'o beni ararsa ben de onu ararım', 'o bana hediye alırsa ben daha ucuzunu alırım' (!) mantığını benimsemişlerdir. yalnızca işi düşünce arayan insanlar da onların akrabası falan olmalıdır. yalnız bir insanın sen onu arayınca araması kadar; onun seni arayıp bir türlü susmaması, telefonda destan yazması, bataryanın anasını ağlatması da ayrı bir sorunsaldır. siz onları sormayınca sizi sormayan insanlar kadar; siz onları sorunca 'çok kötüyüm' diye başlayıp tüm dertlerini sayan, sizi dert babası niyetine kullanan, sorduğunuza pişman eden depresif insanlar da tam bir ömür törpüsüdür. ilk adımı hep karşı taraftan bekleyen bu insanlar 'önce o arasın' ilkesini kendilerine düstur edindiklerinden dolayı, mesaj yazmak için can atsalar da bir harf yazmazlar. 'telefonun başında çaresiz bekliyorum, çalmayacak biliyorum' modunda öyle dolaşırlar. çünkü onlar gururludur, illa karşı taraf arayacaktır. ama her şeyi devletten beklememek gerekir. hem atalarımız ne demiştir: sen ağa ben ağa, bu ineği kim sağa?
asıl iyilik bize gelmeyen kişilere gitmek, bizi aramayan kişileri aramak, bize vermeyen kişilere vermek değil midir? (tabii ki bunu yanlış anlamamalıdır! vermek-vermemek derken; cömertlik, yardımcı olmak, iyilik etmek gibi şeyler kastedilmektedir! kötü kötü şeyler düşünmemelidir!(
asıl iyilik bize gelmeyen kişilere gitmek, bizi aramayan kişileri aramak, bize vermeyen kişilere vermek değil midir? (tabii ki bunu yanlış anlamamalıdır! vermek-vermemek derken; cömertlik, yardımcı olmak, iyilik etmek gibi şeyler kastedilmektedir! kötü kötü şeyler düşünmemelidir!(
android kullanmadığım için hayıflanmama sebep olan başlıktır. bunun iPhone için olan versiyonu da sezon finaline girmiş bir dizinin birkaç aylık bir tatilden sonra yayınlanacak ilk bölümü gibi büyük bir merakla, heyecanla ve sabırsızlıkla beklenmektedir. çok sayıda kişinin indirmesini temenni ettiğim bu güzel uygulama eminim ki android kullanan eskidefterler kullanıcılarının bu platforma daha kolay katılım sağlamalarına yardımcı olacaktır. eskidefterler belediyesi çalışıyor dedirten bu gelişme bizi sevindirmiştir ve 'yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır' sözü gereğince eskidefterler'in daha pek çok başarıya imza atacağının bir kanıtı olarak nitelendirilebilir. eskidefterler'de hizmet bitmez sözünün somut örneği olan bu uygulama iPhone uygulamasının da bir habercisidir. bu da bizim şevkimizi artırmaktadır. hatta bence eskidefterler için PC programı bile çıkarılmalıdır. sonra bu program güncellemeler almalı, eskidefterler 1.8, eskidefterler 8.1 diye böyle böyle gitmelidir. normalde programların eski sürümlerini kullanan ve güncellemeye bile üşenen, hatta bunu çok eski bir chrome sürümüyle yazan ben; öyle bir şey olduğu takdirde eskidefterler manager programının en yeni sürümünü kullanacağım kesindir. (!) o zaman uygulamaya 5 yıldızlar ve yorumlar gelsin diye temenni ettiğimizi ifade ederek şunu da eklemek istiyorum ki bu uygulama android telefonlarınızın bilmem kaç GB'lik alanında mutlaka yer almalıdır.
bu arada iyice moda girmiş biri olarak bir teklifim daha vardır: eskidefterler'in google chrome eklentisi çıkarılmalıdır.
firefox, opera ve microsoft edge eklentileri çıkarılmasa da olur çünkü chrome'un yanında o tarayıcılar; cappuccino'nun yanındaki 3'ü bir arada nescafe gibi kalmaktadır. (!) hele firefox'un tahammül edilemez yavaşlığı eskidefterler'in güçlü eklentisini hiç kaldıramayacaktır.
neyse insan sevdiği ve faydalandığı bir şeyin herkes tarafından bilinmesini ister. ne kadar paylaşımcı bir ruha sahip olduğum buradan anlaşılmalıdır. (!) hayır, tüm bu övgüler lafı döndürüp dolaştırıp kendime getirmek için değildir. bu kötü bir espridir ve asıl amaç eskidefterler'in değerini anlatmaktır, bunu herkes iyi bilir.
hatta eminim ki bazıları, 'eskidefterler bir insan oslaydı sen onun can ciğer kuzu sarma kankası olurdun' diye düşünüyorlardır. öyle düşünen varsa çok haklıdır.
bu arada iyice moda girmiş biri olarak bir teklifim daha vardır: eskidefterler'in google chrome eklentisi çıkarılmalıdır.
firefox, opera ve microsoft edge eklentileri çıkarılmasa da olur çünkü chrome'un yanında o tarayıcılar; cappuccino'nun yanındaki 3'ü bir arada nescafe gibi kalmaktadır. (!) hele firefox'un tahammül edilemez yavaşlığı eskidefterler'in güçlü eklentisini hiç kaldıramayacaktır.
neyse insan sevdiği ve faydalandığı bir şeyin herkes tarafından bilinmesini ister. ne kadar paylaşımcı bir ruha sahip olduğum buradan anlaşılmalıdır. (!) hayır, tüm bu övgüler lafı döndürüp dolaştırıp kendime getirmek için değildir. bu kötü bir espridir ve asıl amaç eskidefterler'in değerini anlatmaktır, bunu herkes iyi bilir.
hatta eminim ki bazıları, 'eskidefterler bir insan oslaydı sen onun can ciğer kuzu sarma kankası olurdun' diye düşünüyorlardır. öyle düşünen varsa çok haklıdır.
yapılması kadınların sinir katsayılarını yükselten, o erkeğin içinde bir miktar odunluk olduğunu kanıtlayan eylemler bütünüdür. özel günleri unutmak bunların başında gelir. sesli geğirmek, sokağa tükürmek, burnunu karıştırmak, kürdanla dişini karıştırmak, evi dağıtmak, çoraplarının birini bir yere, ötekini ayrı bir yere fırlatarak sosyal mesafeye riayet etmelerini sağlamak da bunlara dâhildir.
hiçbir kadın yaşının sorulmasından, kendine çirkin denilmesinden, hele hele kilo mu aldın sen? onu kıskanıyor musun? bakire misin? dudakların dolgu mu? saçların boya mı? burnun estetik mi? gibi soruların sorulmasından hoşlanmaz.
sosyal medya kullanımını yasaklamak, maçoluk taslamak da kadınların en nefret ettiği şeylerdendir.
her kadın kendisine karşı duygusuz olunmasından nefret eder. öyle ya; 'parasını vereyim ne istiyorsan al' demek, sevgililer gününde veya doğum gününde hediye almamaktan daha kötüdür.
sevgisini belli etmeye utanmak kadınların hiç hazzetmediği şeylerdendir. 'seni seviyorum' demek zor olmasa gerektir fakat birlikte olduğu kişinin bunu söylemekten çekinmesi, 'ya ben sevgimi belli edemiyorum' bahanesinin arkasına sığınması kadınları mutsuz eder.
erkeğin bacaklarını açarak oturması da kadınlar için en çirkin davranışlardan biridir. çünkü hiçbir kadın, sizin bacaklarınızın toplamda kaç derecelik bir iç açıya sahip olduğunu bilmek istemeyecektir!
farklı bir kadınla kıyaslanmak ise kadınların bam teline basmaktır, bardağı taşıran son damladır, fırtınadan önceki provadır. kendisi Brad Pitt olmayan bir erkeğin karşısındaki kadını jennifer lopez olmadığı için eleştirmesi ne kadar ironiktir.
eve davetsiz bir misafirin getirilmesi de kadının size karşı kâfî miktarda öfke duyması için yeterli bir sebeptir.
erkeğin bakımına dikkat etmemesi, ağız ve ter kokusu vb. yok mu; asıl kadına saç baş yolduran, canından bezdiren şeyler onlardır.
yanında yüksek sesle konuşulması ve küfür edilmesi de o kadının size karşı 'i hate you!' moduna girmesini sağlayabilecek geçerli bir nedendir.
hata yapıp bir de zeytinyağı gibi üste çıkmak, kadın konuşurken onu dinlememek veya daha da beteri 'yine mi aynı şeyler temcit pilavı gibi? kafamı ütülüyorsun dır dır dır, bi sus motorun soğusun' tarzı cümleler telâfuz etmek şeklindeki erkek davranışları da kadının sizi kara listeye almasında etkin rol oynayacaktır. (!)
hiçbir kadın yaşının sorulmasından, kendine çirkin denilmesinden, hele hele kilo mu aldın sen? onu kıskanıyor musun? bakire misin? dudakların dolgu mu? saçların boya mı? burnun estetik mi? gibi soruların sorulmasından hoşlanmaz.
sosyal medya kullanımını yasaklamak, maçoluk taslamak da kadınların en nefret ettiği şeylerdendir.
her kadın kendisine karşı duygusuz olunmasından nefret eder. öyle ya; 'parasını vereyim ne istiyorsan al' demek, sevgililer gününde veya doğum gününde hediye almamaktan daha kötüdür.
sevgisini belli etmeye utanmak kadınların hiç hazzetmediği şeylerdendir. 'seni seviyorum' demek zor olmasa gerektir fakat birlikte olduğu kişinin bunu söylemekten çekinmesi, 'ya ben sevgimi belli edemiyorum' bahanesinin arkasına sığınması kadınları mutsuz eder.
erkeğin bacaklarını açarak oturması da kadınlar için en çirkin davranışlardan biridir. çünkü hiçbir kadın, sizin bacaklarınızın toplamda kaç derecelik bir iç açıya sahip olduğunu bilmek istemeyecektir!
farklı bir kadınla kıyaslanmak ise kadınların bam teline basmaktır, bardağı taşıran son damladır, fırtınadan önceki provadır. kendisi Brad Pitt olmayan bir erkeğin karşısındaki kadını jennifer lopez olmadığı için eleştirmesi ne kadar ironiktir.
eve davetsiz bir misafirin getirilmesi de kadının size karşı kâfî miktarda öfke duyması için yeterli bir sebeptir.
erkeğin bakımına dikkat etmemesi, ağız ve ter kokusu vb. yok mu; asıl kadına saç baş yolduran, canından bezdiren şeyler onlardır.
yanında yüksek sesle konuşulması ve küfür edilmesi de o kadının size karşı 'i hate you!' moduna girmesini sağlayabilecek geçerli bir nedendir.
hata yapıp bir de zeytinyağı gibi üste çıkmak, kadın konuşurken onu dinlememek veya daha da beteri 'yine mi aynı şeyler temcit pilavı gibi? kafamı ütülüyorsun dır dır dır, bi sus motorun soğusun' tarzı cümleler telâfuz etmek şeklindeki erkek davranışları da kadının sizi kara listeye almasında etkin rol oynayacaktır. (!)
çoğu kişinin doğru sanıp tatbik ettiği fakat zayıflamaya yardımcı olmak şöyle dursun bilakis sağlığa zarar veren davranışlar topluluğudur. örneğin aşka gelip bir anda diyete başlayan kişinin ekmektir makarnadır, karbonhidrattır marbonhidrattır ne varsa hayatından çıkarması, tırnağın yanında sallanan o aşırı sinir bozucu et parçası gibi kesip atması çok yanlıştır. (benzetme kötü olabilir, idare etmelidir.) full aç kalarak diyet yapmak kişinin sadece kaslarından kaybetmesini sağlayacak, vücudun su oranını azaltacaktır. bu da sarkık bir görünüme yol açacak; aynaya geçip kendine baktığında 'n'olmuş bana be, ıyy' tarzında tepkiler vermesine yol açacaktır. mühim olan bir deri bir kemik kalmak değil; deri ve kemiklerin sağlığını bozmadan kilo verebilmektir. (bu özlü sözümü de bir yere not etmelidir. eminim size diyet koçu olacaktır.) :)
mağara diyeti, çikolata diyeti, 1 günde 18 kilo 27 gram zayıflatan diyet (!) gibi antin kuntin diyetleri uygulamak da yanlışlar listesinde başı çeker.
hele diyet yaptığı halde egzersiz yapmamak, ders dinlediği halde not tutmamaya benzer. faydasızdır!
diyet yaparken pençesine düşülen ve diyeti her an bozdurma riski bulunan en kritik yanlışlardan biri de yemek hayalleri kurmak, yemek resimlerine bakmak, daha kötüsü; yemek programları izlemektir.
o gelinim mutfakta'lar, masterchef'ler falan yok mu; işte onlar, zayıflama yolcusunun düşmanıdır!
diyeti âdâbıyla yapmalıdır. her şeyin bir yolu yordamı vardır. damdan düşer gibi diyete başlayanların arkalarına bakmadan o diyetten koşarak çıkmaları fazla uzun sürmez. bünyeye gerçekleri alıştıra alıştıra söylemelidir. amaç az zamanda çok kilo vermek değil, damlaya damlaya göl olur mantığıyla uzun vadede sağlıklı ve kalıcı kilo vermek olmalıdır.
kısaca bu amaca ters düşen her şey yanlıştır. diyet yaparken her gün tartılmak da insanın motivasyonunu düşürür.
gece atıştırmaları, ara öğünleri fazla kaçırmak, hızlı veya çok çiğnemeden yemek, kahvaltıları atlamak, fazla su tüketmemek ve 'yok abi ben yapamayacağım, battı balık yan gider böyle diyetin de alın lan istemiyorum diyetinizi' deyip kendini salmak hep diyet yanlışları listesinin temelini oluşturur.
mağara diyeti, çikolata diyeti, 1 günde 18 kilo 27 gram zayıflatan diyet (!) gibi antin kuntin diyetleri uygulamak da yanlışlar listesinde başı çeker.
hele diyet yaptığı halde egzersiz yapmamak, ders dinlediği halde not tutmamaya benzer. faydasızdır!
diyet yaparken pençesine düşülen ve diyeti her an bozdurma riski bulunan en kritik yanlışlardan biri de yemek hayalleri kurmak, yemek resimlerine bakmak, daha kötüsü; yemek programları izlemektir.
o gelinim mutfakta'lar, masterchef'ler falan yok mu; işte onlar, zayıflama yolcusunun düşmanıdır!
diyeti âdâbıyla yapmalıdır. her şeyin bir yolu yordamı vardır. damdan düşer gibi diyete başlayanların arkalarına bakmadan o diyetten koşarak çıkmaları fazla uzun sürmez. bünyeye gerçekleri alıştıra alıştıra söylemelidir. amaç az zamanda çok kilo vermek değil, damlaya damlaya göl olur mantığıyla uzun vadede sağlıklı ve kalıcı kilo vermek olmalıdır.
kısaca bu amaca ters düşen her şey yanlıştır. diyet yaparken her gün tartılmak da insanın motivasyonunu düşürür.
gece atıştırmaları, ara öğünleri fazla kaçırmak, hızlı veya çok çiğnemeden yemek, kahvaltıları atlamak, fazla su tüketmemek ve 'yok abi ben yapamayacağım, battı balık yan gider böyle diyetin de alın lan istemiyorum diyetinizi' deyip kendini salmak hep diyet yanlışları listesinin temelini oluşturur.
benim için normal günlerden farklı geçmeyen ve artık dünde kalmış olan gündür. ayrıca bilimsel tanımıyla yeni yılın ilk günü, şu an önümüzde bulunan 363 günden eksilmiş olan 24 saatlik bir zaman dilimi olup her sene ne hikmetse, hayır ne tesadüftür ki 1 ocak tarihine denk gelmektedir. (!) işe bakın değil mi? bu nasıl bir tevâfuktur. :) neyse; bu kötü espriyi bir kenara bırakacak olursak, yeni yılın ilk günü istanbul için oldukça sıcak geçmiştir. onun uzantısı niteliğindeki bugün ise yine aynı şekilde sıcak geçmektedir. (tabii ki bu 'etmektedir, yapmaktadır' gibi resmi tarzdaki cümle bitişleri sizi yanıtlmamalıdır. özümde çok samimi bir insan olsam da eskidefterler'de cool görünme hedefi beni buna itmektedir.) çünkü eskidefterler'de kendimi özel bir yazar olarak hissederim ve bu da beni moda sokar. yeni yılın ilk günü, her 30/31 aralık tarihinden sonra ve 2 ocak tarihinden önce yaşadığımız bir gün olup, bu seneki yeni yıl başlangıcının diğerlerinden farkı coronavirüs diye bir olgunun varlığıdır. umarız sonraki yeni yılın ilk günü coronavirüssüz olur. öte yandan umarız sonraki yeni yılın siftahını yaparken, o start verdiğimiz ilk gün hatta şöyle devamındaki 2-3 ay boyunca hava buz gibi olur, gerçekten kış yaşarız ve lapa lapa kar yağar.
peki sizin için yeni yılın ilk günü nasıl geçmiştir? sadece bir tatilden çok daha fazlasını ifade eden bu ilk gün çoğu kişinin de doğum günüdür.
tabii ki birçok insanın da ne zaman doğduğu belli olmadığından mütevellit, doğum tarihleri kimliğe 1 ocak diye yazılmıştır; o da ayrı bir sorunsaldır
peki sizin için yeni yılın ilk günü nasıl geçmiştir? sadece bir tatilden çok daha fazlasını ifade eden bu ilk gün çoğu kişinin de doğum günüdür.
tabii ki birçok insanın da ne zaman doğduğu belli olmadığından mütevellit, doğum tarihleri kimliğe 1 ocak diye yazılmıştır; o da ayrı bir sorunsaldır
eskidefterler'de bu yılın nasıl geçeceğine yönelik tahminleri ve bu yılda eskidefterler'den neler beklediğimizi içeren başlıktır. mesela bana göre bu yıl eskidefterler'in üye sayısı ve tabii ki buna paralel olarak başlık ve entry sayısı büyük ölçüde artacaktır. (ki zaten öyle olmalıdır.) eskidefterler nicelik olarak, miktar açısından bu şekilde değişikliğe uğrasa bile; nitelik, kalite bakımından hiç değişmeyecektir.
elit bir ortam olmayı sürdüreceğine inancımız tamdır.
mesela benim hedefim eskidefterler'de en yüksek puanı alan üye olabilmektir. :) :)
ama tabii ki bunun için saçma şeyler yazmamam gerekir. sonuçta eski defterler bilgisayarın kayıt defteri gibi önemlidir!
PC'de regedit neyse, sözlükler içinde eskidefterler odur.
bu sözüm de eskidefterler yazarlarına bu yıl daha fazla aktif olmaları noktasında bir motivasyon unsuru olmalıdır. :)
o zaman ey şâir ruhlular, edebiyat tutkunları, yazıp yazıp silenler, 'yazsam da rahatlasam' diyenler, kısaca herkes; eskidefterler'de hepiniz için ayrı bir sayfa vardır.
bakmayın bu site için 'sözlük' dediklerine, burası aslında bir ailedir.
pandemi döneminde dışarıda arkadaşlarla takılmak için gittiğiniz mekânlara ara verdiğinize göre, internetteki mekânınız burası olabilir.
yazarken 'ya benden de iyi pazarlama uzmanı, reklamcı falan olur bu işlere mi girsem ne yapsam?' (!) dediğim bu başlık, tamamen hiçbir yöneticinin isteği olmadan, içimden gelerek yazdığım bir başlıktır.
peki siz 2021 yılında eskidefterler'de neler olmasını istersiniz?
elit bir ortam olmayı sürdüreceğine inancımız tamdır.
mesela benim hedefim eskidefterler'de en yüksek puanı alan üye olabilmektir. :) :)
ama tabii ki bunun için saçma şeyler yazmamam gerekir. sonuçta eski defterler bilgisayarın kayıt defteri gibi önemlidir!
PC'de regedit neyse, sözlükler içinde eskidefterler odur.
bu sözüm de eskidefterler yazarlarına bu yıl daha fazla aktif olmaları noktasında bir motivasyon unsuru olmalıdır. :)
o zaman ey şâir ruhlular, edebiyat tutkunları, yazıp yazıp silenler, 'yazsam da rahatlasam' diyenler, kısaca herkes; eskidefterler'de hepiniz için ayrı bir sayfa vardır.
bakmayın bu site için 'sözlük' dediklerine, burası aslında bir ailedir.
pandemi döneminde dışarıda arkadaşlarla takılmak için gittiğiniz mekânlara ara verdiğinize göre, internetteki mekânınız burası olabilir.
yazarken 'ya benden de iyi pazarlama uzmanı, reklamcı falan olur bu işlere mi girsem ne yapsam?' (!) dediğim bu başlık, tamamen hiçbir yöneticinin isteği olmadan, içimden gelerek yazdığım bir başlıktır.
peki siz 2021 yılında eskidefterler'de neler olmasını istersiniz?
öğretim üyesi olsun veya olmasın bir insanın başına böyle bir şeyin gelmesi çok korkunçtur. insanların yırtıcı aslanlardan bile daha tehlikeli bir hâle geldiği bu devirde herkese temkinli yaklaşmak, hatta -deyim yerindeyse- şüpheci olmak şart olmuştur. insana vahşetin nedenleri çeşitli olsa da nedense hemen 'psikolojik sorunları vardı' denilerek işin içinden çıkılması yaygın bir gelenektir. (!) iyi hâl indirimleri, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmalar falan varken; insanlar vahşete karşı böyle teşvik edilip cesaretlendiriliyorken bir taraftan da 'vahşet neden durmuyor?' diye yakınmak bir çelişkidir. suçu önlemeye gücü yetmeyen kanunlar suça gereken cezayı da verememektedir. işte insana vahşetin, şiddetin, cinâyetin temel sebebi budur. çünkü birini sobada kağıt tutuşturur gibi yakmak, elma doğrar gibi parçalamak isteyen bir insan şöyle bir iç hesaplaşma yapar; 'ulan yatsam yatsam kaç yıl yatarım ki? hem bunun affı var, var oğlu var; olmasa bile vatandaşın vergileriyle mergileriyle içeride paşa gibi yaşarım' diye düşünür ve belediyenin kendisine verdiği yetkiye dayanarak (!) nikahı kıyar. (pardon insana kıyar olacaktı değil mi?)
mal, mülk, para; kısaca dünyevi şeyler 90 yaşındaki insana bile cinayet işletebilir. (ki zaten 80 yaşında iki kardeşten birinin mal için kardeşini namazdayken öldürdüğü haberini herkes duymuştur. bunun gibi örnekler çoktur. show haberin youtube sayfasını biraz incelemek yeterlidir.)
vahşetlerin bir diğer sebebi de kıskançlık krizleri, oyuncağını vermeyen çocuk gibi; bir insanı diğerleriyle paylaşamamak, lisanslı windows gibi sadece kendisine ait olmasını istemektir. (!) aile katliamları, kan davaları, iş anlaşmazlıkları, boşanmak istemek, sevgiliden ayrılmak, yemeğe tuz koymamak.
vahşi insan için, duygularını dışa yansıtmaya bahane çoktur.
mal, mülk, para; kısaca dünyevi şeyler 90 yaşındaki insana bile cinayet işletebilir. (ki zaten 80 yaşında iki kardeşten birinin mal için kardeşini namazdayken öldürdüğü haberini herkes duymuştur. bunun gibi örnekler çoktur. show haberin youtube sayfasını biraz incelemek yeterlidir.)
vahşetlerin bir diğer sebebi de kıskançlık krizleri, oyuncağını vermeyen çocuk gibi; bir insanı diğerleriyle paylaşamamak, lisanslı windows gibi sadece kendisine ait olmasını istemektir. (!) aile katliamları, kan davaları, iş anlaşmazlıkları, boşanmak istemek, sevgiliden ayrılmak, yemeğe tuz koymamak.
vahşi insan için, duygularını dışa yansıtmaya bahane çoktur.
her yıl o günü evinde çekirdek çitleyerek geçiren kişi ile taksim'de o bar senin bu bar benim dolaşarak kutlayan kişiyi eşitleyen; rutin yılbaşı eğlencelerini rafa kaldıran ve tüm yılbaşı planlarını geçersiz kılan yasaktır. bu yasak sayesinde tüm ülke tek yürek (!) yılbaşını evlerinde kutlayacaktır. buna göre 31 aralık günü 20.00 itibariyle başlayacak olan sokağa çıkma yasağı 4 ocak sabahı 05.00 saatine kadar sürecektir. tabii ki bu yasak yine işini bilenlere yarayacaktır. 'yemişim yasağını' diyen pek çok kişi rahat duramayıp kendini sokakta bulacak, daha doğrusu kendini binlerce liralık cezanın ortasında bulacaktır. bu da ekonomimize yine büyük katkı sağlayacaktır. yani yasak deyip hayıflanmaamalı; işe iyi tarafından bakmalıdır. (!) yasaklar çiğnenmek için değil, işte bunun için vardır. yani çiğnenecekse de hiç olmazsa devlet bütçesine ek gelir olması için ihlâl edilmelidir. (!) bu ulvî amaç doğrultusunda yasak işlemek, keyfekeder işlemekten daha az zararlıdır. (!) tabii onu; yasağı delip de yediği bir dünya para cezasıyla cebi delinenlere sormalıdır. gerçekten faydalı mı yoksa zararlı mıdır? bu sorunun cevabını 4 günlük yasak sürecinde elde edilecek olan ciro belirleyecektir. (!)
tabii ki bu zaman zarfında çeşitli istisnâî yerlere gitmek serbesttir. yoksa full sokağa çıkma yasağı diye bir hayalin gerçek olması mümkün değildir. örneğin balık tezgahları belirli saatlerde açık olacaktır.
ayrıca 34 maddeden oluşan bir liste yayınlanmış ve bu kişilerin de yasaktan muaf olacağı açıklanmıştır. yani aslında yasak, genelde vasıfsız elemanlar, boş gezenlerin boş kalfaları için geçerlidir. (!) tabii ki bu, işin mizahi tarafıdır. umarız bir yasak doğru dürüst uygulanır ve gerçekten bu sefer faydalı olur.
bu dünyada kendi bedenini, hatta kardeşini ve öz kızını bile pazarlayanlar varken; böyle bir haberin doğru olma ihtimali %100000 civarındadır. kötülükte sınır yoktur ve her kötüden daha kötüsünü bulmak mümkündür. bu haberde belirtilen iş çok kötü bir şey olsa da; ondan daha beterleri çoktur. şu da var ki; aynı şey yine para için 'sanat' adı altında yapılınca nedense kimse bir şey dememektedir. dizi, film veya tiyatro için başkasıyla öpüşmek veya bunu fırsat bilerek iyice moda girip (!) sevişmek de bence aynı kategoride değerlendirilmelidir. ya da bir insanın sevgilisi varken veya evliyken; 'canım işte en yakın arkadaşım', yahut 'biz beraber büyüdük' gibi bahanelerin arkasına sığınarak karşı cins ile aşırı samimi olması da (bunu modernlik ve çağdaşlık diye tanımlayanlar olsa da) son derece çirkindir. çıplak videolarını değil de ınstagram'da veya facebook'ta vücudunun dörtte üçü çıplak fotoğraflarını paylaşmak da bundan farksız sayılmaz. yani böyle düşünülecek olursa daha çok şey saymak mümkündür. video veya fotoğraf atmadığı halde karşı cins ile telefonda cinsel sohbetler yapmak veya bu konuda yazışmak da kesinlikle bir ahlâksızlık türüdür.
bazıları bedenini satarken bazıları çocuğuna oyuncak alabilmek için kanını veya böbreğini satmaktadır. bazıları çıplak videoları üzerinden para kazanırken bazıları da helal kazanç ile geçimini sağlamak için kar-kış demeden geceleri ıssız sokaklarda çöp toplamaktadır. artık gerisini düşünmelidir.
bazıları bedenini satarken bazıları çocuğuna oyuncak alabilmek için kanını veya böbreğini satmaktadır. bazıları çıplak videoları üzerinden para kazanırken bazıları da helal kazanç ile geçimini sağlamak için kar-kış demeden geceleri ıssız sokaklarda çöp toplamaktadır. artık gerisini düşünmelidir.
Hiç olur mu canım; tam aksine o, maçoluğu maharet sayan, kabalığı hayat düsturu hâline getirmiş; hanzoluğu yaşam felsefesi olarak benimsemiş arkadaş grubuna göre 'kılıbık herif'in tekidir. ondan bi cacık olmaz. (!) anca sofra kurulunca başına keyifle kurulup kıtlıktan çıkmış gibi yemesini bilen; sofradan kalkınca tabağını bile kaldırmaktan âciz olan, çorabının bir tekini bir yere; öteki tekini de başka bir yere fırlatan, tamirat-tâdilat işlerinden zaten hiç anlamayan erkeklere göre 'eşine yardım etmek' enâyiliktir. hele çocuk da varsa ve erkek adam (!) o çocukla ilgileniyorsa, altını maltını değiştiriyor yahut ağladığında susturmaya çalışıyorsa -halk arasındaki tâbiriyle- onun başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmemiştir.
eşine yardım eden erkekler üç gruba ayrılır:
1- işte birinci ve en tehlikeli grup yukarıda bahsi geçen kişilerden oluşmaktadır. onlar eşine destek olmak şöyle dursun; ona daha fazla köstek olur. yemeği beğenmez, evi dağıtır, eşinin onca işten yorulduğunu ve dinlenmeye ihtiyacı olduğunu düşünmez. ya bu hafta sonu da sen çık gez dolaş demez.
2- bazıları da eşini sevdiği için, kalbinden gelerek yardım eder. fakat kimisi kaş yapayım derken göz çıkarır, eline yüzüne bulaştırır. kimisi denin de eli yatkındır; işten güçten anlar. eşine faydası olur.
3- bazıları da zorâki yardım eder. bir işin ucundan tutacak olsa söylene söylene yapar, sanki vinçle çekiyorlarmış gibi ağır ağır hareket eder. yaptığı yardımın değerini homurdanarak yok eder. (yazar: eski defterler)
eşine yardım eden erkekler üç gruba ayrılır:
1- işte birinci ve en tehlikeli grup yukarıda bahsi geçen kişilerden oluşmaktadır. onlar eşine destek olmak şöyle dursun; ona daha fazla köstek olur. yemeği beğenmez, evi dağıtır, eşinin onca işten yorulduğunu ve dinlenmeye ihtiyacı olduğunu düşünmez. ya bu hafta sonu da sen çık gez dolaş demez.
2- bazıları da eşini sevdiği için, kalbinden gelerek yardım eder. fakat kimisi kaş yapayım derken göz çıkarır, eline yüzüne bulaştırır. kimisi denin de eli yatkındır; işten güçten anlar. eşine faydası olur.
3- bazıları da zorâki yardım eder. bir işin ucundan tutacak olsa söylene söylene yapar, sanki vinçle çekiyorlarmış gibi ağır ağır hareket eder. yaptığı yardımın değerini homurdanarak yok eder. (yazar: eski defterler)
ben doğmadan 1 yıl öncesine ait olan bu reklam bizi geçmişe götürmüştür. eskidefterler zaten bir nostalji mekânıdır, burada bu tarz paylaşımlarla nostalji yapmak; rüya içinde rüya görmek gibi tatlı bir hissiyat yaşatmaktadır. coronavirüsün olmadığı, insan ilişkilerinin daha samimi boyutta olduğu, insanların birbirine insan gibi davrandığı, teknolojinin böylesine çığrından çıkmamış olduğu o yıllarda yaşamak nasıl bir duyguydu, insan merak etmektedir. 1990'lü yıllara dair aklımda kalan tek şey 3 yaşındayken o 99 depreminde babamların bizi battaniyeye sararak komşunun evine götürdüğü ve geceyi o soğukta, bahçede geçirdiğimizdir. ama dedim ya; o da hayal meyaldir. nasıl olduysa bu, aklımda hafif bir iz olarak kalmıştır ve bunun dışında bebekliğimle ilgili hatırladığım bir şey yoktur. ben de öyle bir yazdım ki; görenler sanki herkes bebekliğini full 1080P kalitede hatırlıyor; bir ben 360P'de kaldım zannedecektir. fotoğraflar bize hatıraları HD kalitesinde yaşamamızı sağlar fakat benim bebekliğimden kalan birkaç fotoğraf dışında pek bir şey yoktur. hele video hiç yoktur. oysa şimdiki çocuklar burnunu sümkürse hemen videoya alınmaktadır.
hazır yeri gelmişken; eskidefterler'de yer alan 1980'lerin, 1990'ların çocukları bu başlığa beklenmektedir. o yıllardan kalan anılarınızı burada anlatarak bize flashback yaptırmanız önemle rica olunur.
hazır yeri gelmişken; eskidefterler'de yer alan 1980'lerin, 1990'ların çocukları bu başlığa beklenmektedir. o yıllardan kalan anılarınızı burada anlatarak bize flashback yaptırmanız önemle rica olunur.
şimdi bu çocuk çişini yaptıktan sonra temizlenmeyecek midir? ee bunun da kutlanması gerekir. (!) o zaman -hadi bunun daha kabasını söylemek vardı ama eskidefterler'in elit bir ortam olması dolayısıyla bu sözlüğün kalitesi buna müsade etmediği için daha yumuşatarak söyleyelim- 'ilk kez tuvalet kağıdı kullanıyor' pastası da kesilebilir. (!)
pastaneleri zengin etmek yahut A101/BİM/Şok gibi marketleri kalkındırarak ev yapımı malzemelerle bol bol pasta yapmak için bahanemiz çoktur: burnunu temizliyor pastası, kolunu kaşıyor pastası, tırnağını kesiyor pastası...
ama en büyük pasta da; banyo yapıyor pastası olmalıdır! hatta banyodan sonra saçını kuruluyor pastası kesin yapılmalıdır çünkü saç kurutmak mühim bir hadisedir yoksa çocukcağız sünizit olur!
hele banyonun ardından saçını kuruladıktan sonra saçlarına fön çekiyor pastasının asla ihmal edilmemesi gerekir, o pasta mutlaka en az 2 katlı olmalıdır. kolay mı canım; çocuk bunu yapabilecek yaşa gelmiştir, fön çekmek bir başarıdır ve bunun orman meyveli pasta ile kutlanması gerekir.
diyeceğim o ki anneler? şimdiden malzeme stoğu yapsanız fena olmaz; çünkü önünüzde kesilmeyi bekleyen daha çok pasta vardır!
pastaneleri zengin etmek yahut A101/BİM/Şok gibi marketleri kalkındırarak ev yapımı malzemelerle bol bol pasta yapmak için bahanemiz çoktur: burnunu temizliyor pastası, kolunu kaşıyor pastası, tırnağını kesiyor pastası...
ama en büyük pasta da; banyo yapıyor pastası olmalıdır! hatta banyodan sonra saçını kuruluyor pastası kesin yapılmalıdır çünkü saç kurutmak mühim bir hadisedir yoksa çocukcağız sünizit olur!
hele banyonun ardından saçını kuruladıktan sonra saçlarına fön çekiyor pastasının asla ihmal edilmemesi gerekir, o pasta mutlaka en az 2 katlı olmalıdır. kolay mı canım; çocuk bunu yapabilecek yaşa gelmiştir, fön çekmek bir başarıdır ve bunun orman meyveli pasta ile kutlanması gerekir.
diyeceğim o ki anneler? şimdiden malzeme stoğu yapsanız fena olmaz; çünkü önünüzde kesilmeyi bekleyen daha çok pasta vardır!
Günümüzde fiilen olmasa bile soyut olarak yaşanmaya devam edilen kavram. kendi benliğinin kölesi olmuş, çıkarları için her şeyi yapmaktan çekinmeyen insanlar bunun en bâriz örneğidir. kimileri kadın'ın kölesi olmuştur; kadın için yapmayacağı şey yoktur. bir kadına 'sana tapıyorum' demek aşk değil sapkınlıktır. (tabii ki kadının kölesi olmak fiilini levmederken (kınarken) burada kastettiğimiz şey kadına iyi davranmak değildir. bazı kişiler karısına iyi davranan, ona ev işlerinde yardımcı olan yahut kadın bir şey istediğinde kabul eden erkekleri 'kılıbık' olarak nitelendirir. böyle yapmak kılıbıklık değildir ama böyle düşünmek kabalıktır.)
bazıları da kadınların erkeğe köle olduğunu/olması gerektiğini düşünür. onlara göre erkek ne derse o olur, erkeğin -yanlış olsa bile- sözünün üstüne söz söylenmez. yine onlara göre, kadın erkeğin her türlü insanlık ve mantık dışı gayr-i meşru isteklerine itaat (!) etmek mecburiyetindedir.
kimisi de paranın kölesidir. özellikle bu modern kölelerin sayıları -yapılan zamlar gibi- her geçen gün artmaktadır. (!) çil yavrusu gibi ülkemizin dört bir yanına dağılmış olan para köleleri, kendilerinden geçerler de o banknotlardan geçmezler! onlara 'para ver' demek, 'canını ver' demekten daha kötüdür. onlar birkaç kuruş için üç kuruşluk insan olmayı seçmişlerdir. daha doğrusu onlar para için, ciğeri beş para etmeyen biri olmayı tercih etmişlerdir.
körü körüne bir düşüncenin kölesi olanlar; 'ya ben bunu holigan gibi savunuyorum ama acaba benim peşinden gittiğim şey doğru mu yanlış mı?' diye bir an olsun sorgulama ihtiyacı duymadan bir ideolojinin kendisine efendi olmasına izin vermiş, ona kölelik yapan insanlar da 21. yüzyıl köleler listesine adlarını ilk sıradan yazdırmışlardır.
işte asıl özgürlük bu kölelerden olmamaktır. ruhu, aklı hür olmayan insanların bedeni istediği yere gitse bile o kişi hâlâ zincirlerle bağlıdır.
bazıları da kadınların erkeğe köle olduğunu/olması gerektiğini düşünür. onlara göre erkek ne derse o olur, erkeğin -yanlış olsa bile- sözünün üstüne söz söylenmez. yine onlara göre, kadın erkeğin her türlü insanlık ve mantık dışı gayr-i meşru isteklerine itaat (!) etmek mecburiyetindedir.
kimisi de paranın kölesidir. özellikle bu modern kölelerin sayıları -yapılan zamlar gibi- her geçen gün artmaktadır. (!) çil yavrusu gibi ülkemizin dört bir yanına dağılmış olan para köleleri, kendilerinden geçerler de o banknotlardan geçmezler! onlara 'para ver' demek, 'canını ver' demekten daha kötüdür. onlar birkaç kuruş için üç kuruşluk insan olmayı seçmişlerdir. daha doğrusu onlar para için, ciğeri beş para etmeyen biri olmayı tercih etmişlerdir.
körü körüne bir düşüncenin kölesi olanlar; 'ya ben bunu holigan gibi savunuyorum ama acaba benim peşinden gittiğim şey doğru mu yanlış mı?' diye bir an olsun sorgulama ihtiyacı duymadan bir ideolojinin kendisine efendi olmasına izin vermiş, ona kölelik yapan insanlar da 21. yüzyıl köleler listesine adlarını ilk sıradan yazdırmışlardır.
işte asıl özgürlük bu kölelerden olmamaktır. ruhu, aklı hür olmayan insanların bedeni istediği yere gitse bile o kişi hâlâ zincirlerle bağlıdır.
hoş geldiniz, bilginizle fikirler ve eleştiriler getirdiniz.
eski defterler ile zamanda yolculuk açılıyor. dün, bugün, yarın ve sonsuza değin el değmemiş konularda deneyim ve düşüncelerinizi açıkça paylaşabildiğimiz kronolojik bilgilik, hayata dair ne varsa aklınızdakilere 7/24 tercüman olacak etik çerçevede bir topluluğuz.
üyemiz olarak, zaman makinesi eski defterler'e siz de özgürce yazılar yazmak ve yönetimine katılmak ister misiniz? iletişim: sozluk@eskidefterler.com / +908503022238