her insanın temel hak ve ihtiyaçlarından biri olmasına rağmen çok yanlış yorumlanan bir olgu. düşünce özgürlüğünü istediğine ağız dolusu hakaret etmek olarak görenler, nedense aynı şey kendilerine yapılınca hiç de öyle düşünmezler. Oysa düşünce özgürlüğü başkalarının düşüncelerine saygı göstermek şartıyla yaşanabilir. elâlem söz konusu olunca 'açtı ağzını yumdu gözünü' olanlar kendilerine yapılan en ufak bir eleştiriye bile tahammül edemez ve hemen saldırıya geçer. düşünce özgürlüğünün en çok katledildiği yer de sosyal medyadır. klavyeden atıp tutmak işine gelenler özgürlük kisvesi altında insanların inandığı değerlere saldırır. oysa bir sosyal platformun bu kişilere mahal vermeyecek kadar da duyarlı olması gerekir. mesela eski defterler buna örnektir. eskidefterler düşünce özgürlüğüne saygı gösterir, destekler fakat birilerinin bu kavramı kullanarak sözlükte bölücülük yapmasına izin vermez. 'herkes kendi yazdığından sorumludur' diyerek, kaldırma yetkisi olduğu halde bu tür şeylere müdahale etmemek onları desteklemek demektir. mesela cumhuriyetçi olduğunu iddia eden bir insanın kendi sitesinde cumhuriyet aleyhine yazılan aşağılayıcı yorumlara müsade etmesi, aslında onun cumhuriyete -pamuk ipliğiyle- bağlı olduğunu gösterir.
sadece rüyalarda ve hayallerde kaldığı düşünülen özel bir duygu. her çift kendilerinin bu duyguyu yaşadığını zannetse veya kendileri de aşklarının gerçek olmadığını bildiği halde dışarıdan öyle gözükmek için rol yapsa da; gerçek aşk bulunmaz Hint kumaşı dedikleri şeydir. tasavvuf ehline göre hakiki aşk Allah aşkıdır. geri kalanı mecazi aşk olarak nitelendirilir. bugün dağları delen bir Ferhat, çölleri aşan bir mecnun bulmak imkansızdır ama hiç olmazsa insanların aşka saygı duyması gerekir. mesela çıkarları için onu kullanmaması, sevmediği halde seviyormuş gibi gözükmemesi... gerçek aşk kavuşamamaktır, beklemektir, hasret çekmektir diyenler de haksız sayılmaz. gerçek aşkı elde etmek öyle kolay olmasa gerektir. her şeyin bir külfeti olduğu gibi gerçek aşka sahip olmanın da bir bedeli olmalıdır. sonuç olarak gerçek aşkın ne olduğu üzerine herkes farklı bir şey söyler ama en azından onun; sevdiği kişiye istediği her şeyi almak olmadığı kesindir. ya da gerçek aşk ten uyumundan ibaret değildir. zira aşk yalnızca
dokunmak ve çiftleşmekten ibaretse hayvanların aşk konusunda insanlardan daha ileri olduğunu söylemek lazım gelir. herkes ilk aşkını gerçek aşk zanneder ama -istatistiksel veriler gerçeği yansıtmayabilir ama- %95'i yanılır.
ama bence bir insan diğer bir insanı onun haberi olmadığı veya red cevabı aldığı halde karşılıksız seviyorsa, bu sevgiyi içinde yaşıyor ve onu buna zorlamıyorsa, sevdiği kişi bir başkasını sevse hatta evlenip çoluğa çocuğa karışsa bile o hiç vazgeçmiyorsa hissettiği şey gerçek aşktır.
dokunmak ve çiftleşmekten ibaretse hayvanların aşk konusunda insanlardan daha ileri olduğunu söylemek lazım gelir. herkes ilk aşkını gerçek aşk zanneder ama -istatistiksel veriler gerçeği yansıtmayabilir ama- %95'i yanılır.
ama bence bir insan diğer bir insanı onun haberi olmadığı veya red cevabı aldığı halde karşılıksız seviyorsa, bu sevgiyi içinde yaşıyor ve onu buna zorlamıyorsa, sevdiği kişi bir başkasını sevse hatta evlenip çoluğa çocuğa karışsa bile o hiç vazgeçmiyorsa hissettiği şey gerçek aşktır.
Bazı şeylerin izahı olmaz mizahı olur sözünün uyum sağlayacağı bir haber. Şimdi burada kadının da cinsel ilişkiye engel teşkil edecek tıbbi durumlara sahip olabileceğini anlatmak, bu tarz hastalıklara örnek vermek yersiz olacaktır. ancak verilen bu kararın -hiç değilse- tıp tarafından kabul görmeyeceği açıktır. gerçi boşanmak istediği için öldürülen; eşinden şiddet gördüğü halde hakim tarafından bir türlü boşanmasına karar verilemeyen ve başındaki belâdan kurtulamayan onca kadın varken bunu konuşmak da abes kaçacaktır. öte yandan bazı kadınlar da eşine her türlü muameleyi revâ görür, boşanma davası açtıklarında erkek suçlu bulunur ve kadın ömür boyu nafakayla ödüllendirilir. oysa böyle bir şeyin ne kadar adaletsiz olduğu meydandadır. bana kalırsa bu ülkede ne kadın, ne de erkek için tam adalet diye bir şey yoktur. ister evli ister bekar olsun; çoğu kişi adalet ararken zulme uğramaktadır.
'ben neden yaşıyorum?' şeklindeki sorunun cevabıdır. kişiden kişiye göre değişir. kimileri için hayatın anlamı paradır. para harcamamak için kazanılır. ne kadar para kazanılırsa o kadar iyidir. para kazanmak için her şey yapılabilir, herhangi bir sakıncası yoktur. (!) kimilerine göre de hayatın anlamı aşktır. daha doğrusu aşk sandıkları duygudur. bir kadın/adam için herkesi karşısına alanlar, onu hayatının merkezine koyup onun için yaşayanlar; o kendisini terk edince çareyi ya intiharda, ya içki-uyuşturucuda arar. esasen, sevgili/eş olsun, başka bir insan olsun; kimseyi alternatifsiz, vazgeçilmez olarak görmemek, ona saplantı derecesinde bağımlı olmamak gerekir. herkes ailesini, arkadaşlarını, sevgilisini sever ancak bunun çığrından çıkmaması gerekir. sevgi gibi temiz bir duygu bile, aşırıya kaçıldığında yahut yanlış kişiye karşı hissedildiğinde zararlı olur.
Bazıları da hayatın anlamını 'din' olarak görür. gerçek müslümanlar dünyaya ibadet etmek için gelmiş olduklarına inanır ve bu doğrultuda yaşamaya çalışır. hristiyanlık, yahudilik ve diğer din mensuplarından da kendini, kendi inandığı dine vererek yaşayanlar çoktur ancak müslümanlar tek doğru dinin islam olduğunu bilir.
hayatın anlamı göreceli bir kavramdır. bununla beraber hayatın anlamı dediğimiz şeyin; yemek, içmek yatmak; gününü gün etmek olmadığı kesindir. maneviyatı güçlü olan insanlar için dünyevi şeyler hayatın anlamı değil; hayatın anlamına ulaşmak için bir araçtır. onlara göre bu hayatın anlamı ahiret hayatına hazırlıktır.
çoğu ebevyn için hayatın anlamı evlatlarıyken, büyük insanlar için; dünyaya kendisinden sonra yüzyıllar boyu kalacak, insanların faydalanacağı eserler bırakabilmektir.
Bazıları da hayatın anlamını 'din' olarak görür. gerçek müslümanlar dünyaya ibadet etmek için gelmiş olduklarına inanır ve bu doğrultuda yaşamaya çalışır. hristiyanlık, yahudilik ve diğer din mensuplarından da kendini, kendi inandığı dine vererek yaşayanlar çoktur ancak müslümanlar tek doğru dinin islam olduğunu bilir.
hayatın anlamı göreceli bir kavramdır. bununla beraber hayatın anlamı dediğimiz şeyin; yemek, içmek yatmak; gününü gün etmek olmadığı kesindir. maneviyatı güçlü olan insanlar için dünyevi şeyler hayatın anlamı değil; hayatın anlamına ulaşmak için bir araçtır. onlara göre bu hayatın anlamı ahiret hayatına hazırlıktır.
çoğu ebevyn için hayatın anlamı evlatlarıyken, büyük insanlar için; dünyaya kendisinden sonra yüzyıllar boyu kalacak, insanların faydalanacağı eserler bırakabilmektir.
zamanda yolculuk yapmaya yarayan, herkesin olmasını çok istediği ancak filmlerde görülebilen bir cihaz. oysa bazı insanlar ayaklı zaman makinesidir. en ufak bir şeyde hemen eski defterleri açıverirler. 'sen bana geçmişte böyle yapmıştın, şöyle demiştin' diye aynı şeyleri ısıtıp ısıtıp insanın önüne temcit pilavı gibi getirirler. bunlar kısa devre yapan, arızalı zaman makineleridir. bazıları da 1900'lü yıllardan kalmadır; o yılları yaşamış, çok şey görüp geçirmiştir. onların tecrübelerini dinlemek insana hem huzur verir hem de ufkunu genişletir. böyleleri de her eve lâzım bir zaman makinesidir. ara sıra geçmişe gitmek iyidir fakat sürekli geçmişte yaşamak insanın bugününü engeller, yarınlarına -deyimyerindeyse- ipotek koyar. o yüzden geçip giden zaman için şimdiki zamanı harcamak akıl işi değildir. aynı şekilde gelecek için çok kaygılanmak, dereyi görmeden paçayı sıvamak, uzun vadeli plan yaparken aşırıya gitmek -büyüklerin deyimiyle- tûl-i emel sahibi olmak da iyi değildir. her şey kararında güzeldir.
Buraya kayıt olmak basitçe 'üyelik' değil, ayrıcalıktır. Burada yazmak sadece klavyenin tuşlarına basıp ortaya çıkanları yayınlamaktan ibaret değildir. Kalbinden geçenleri paylaşmak, insanları aydınlatmak, birilerinin bakış açısını değiştirmektir. siz eskidefterler'de yazarsınız, tarih de eskidefterler'i yazar. umarım bu sözlük yüzyıllar boyu mevcudiyetini devam ettirir. tarih sahnesinden silinmek yerine, o sahnede başrol oynamaya devam eder. sözlükleri birer oyuncu olarak düşünürsek rolünü en güzel yerine getiren bence eskidefterler'dir. diğerleri yardımcı oyunculuk, bazıları da sadece figüranlık yapabilir. buraya katılmak bir şans ve bu şansı iyi değerlendirmek gerekir.
whatsapp'ta birinin mesajınızı okuyup karşılık vermemesi durumu. sinir katsayılarınızı tavan yaptırır ve aklınıza binbir türlü şey getirir. her şeyden önce muhatabınızın kendini beğenmiş, ukalâ bir egoist olduğunu düşünebilirsiniz. eğer bunu yapan kişi sevgilinizse zaten kafanızda 40 tilki dolaşmaya başlar. ona bunun hesabını çok kötü soracaksınızdır. (!) öyle ya; mesajı okuyup dönmemek ne demektir? bu eylemi yakın bir arkadaşınız gerçekleştirdiyse size çok ayıp etmiştir. gerçi o kadar ayrıntılı, uzun uzun destan gibi yazdığımız zaman karşı tarafın sadece tek bir emoji göndererek cevap vermesi bundan daha kötüdür. böyle yapacağına sadece görüldü atsa daha iyidir. öbür türlü insan, kendini aptal yerine koyulmuş gibi hissetmektedir. eğer size görüldü atıp bırakan kişi ödeme beklediğiniz bir müşteri ise durum vahim demektir. o parayı almak için peşinden koşmaya hazırlıklı olmanız gerektiğini anlarsınız, sizi biraz uğraştıracağının sinyalini almışsınızdır. belki de olayları bu kadar dramatize etmek gereksizdir.
yalnızca o an yazacak durumda olmadığı için yazmıyordur, panik olmaya hâcet yoktur. bir de son görülmeyi ve okundu bilgisini kapatanlar vardır; onlar ayrı bir stres faktörüdür. okundu bilgisi açık olduğu halde mesajı üstten okuyup 'aa görmemiştim' ayağına yatanlar hepsinden beterdir.
yalnızca o an yazacak durumda olmadığı için yazmıyordur, panik olmaya hâcet yoktur. bir de son görülmeyi ve okundu bilgisini kapatanlar vardır; onlar ayrı bir stres faktörüdür. okundu bilgisi açık olduğu halde mesajı üstten okuyup 'aa görmemiştim' ayağına yatanlar hepsinden beterdir.
1995'den sonra doğan çılgın (!) nesil. çoğu tiktok'ta toplanmıştır. kendilerine youtuber'ları ve tiktok'çuları örnek alırlar. ekseriyeti dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanır. 2000'li yıllarda doğmuş olmasına rağmen yaşından büyük işler yapan, gayet olgun insanlar da yok değildir. fakat Z kuşağı tanımlamasıyla ifade edilen grup bunun tam tersidir. kendileri teknoloji çağında doğduğu için çocukluklarını telefon-TV-PC üçlüsü arasında mekik dokuyarak geçirmişlerdir. tabii ergenlikte de bu rutinlerine devam etmeyi sürdürürler. facebook ve instagram'da paylaştıkları cancanlı sözler ise yürek burkan türdendir. (!) onlar için teknoloji bir tutku veya lüks değil, bilakis doğal yaşamın bir parçasıdır, zaten olması gereken yaşamsal bir ihtiyaçtır. kendilerinin ebeveynleri ile seviyeli bir iletişimi vardır, evlerini bir aile ortamından çok otel gibi kullanmayı tercih ederler. çünkü teknoloji ve kendi gibi arkadaşları onları aileleriyle samimi ilişki kurmaktan alıkoyar. birçoğu modaya ayak uydurmak, popüler
olmak, sevdiği kişinin gözüne girmek gibi maksatlarla akıl almaz şeyler yapar fakat bundan hiç gocunmaz.
yaşıtlarının yaptıklarını yapmayan gençler ise genellikle 'içi geçmiş, inek, enayi' gibi sıfatlarla nitelendirilir.
tabii ki z kuşağının tüm fertleri aynı karakteristik özellikleri taşımaz. içlerinde büyük hedefleri olan ve bu hedefleri için ciddiyetle çalışan insanlar mevcut olup işte 'gençler yarınlarımızın teminatıdır' sözü onlar için geçerlidir.
olmak, sevdiği kişinin gözüne girmek gibi maksatlarla akıl almaz şeyler yapar fakat bundan hiç gocunmaz.
yaşıtlarının yaptıklarını yapmayan gençler ise genellikle 'içi geçmiş, inek, enayi' gibi sıfatlarla nitelendirilir.
tabii ki z kuşağının tüm fertleri aynı karakteristik özellikleri taşımaz. içlerinde büyük hedefleri olan ve bu hedefleri için ciddiyetle çalışan insanlar mevcut olup işte 'gençler yarınlarımızın teminatıdır' sözü onlar için geçerlidir.
dünyadaki en tehlikeli hastalıklardan biri. tedavi edilmemesi durumunda ilerleyerek beynin kangren (!) olmasına yol açar. cehalet hastalığının semptomları ise şöyle sıralanabilir:
- her şeyi bildiğini zannetmek
- din, bilim, sanat, tıp, teknoloji, siyaset ve ekonomi başta olmak üzere her konuda uzmanlaşmış olmak (!)
- kendisini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokmak
- bir konuda fikri sorulmadığı halde hemen atlayıp engin tavsiyelerini paylaşmak (!)
- az dinlemek fakat buna mukabil çok konuşmak
- 'öyle diyorlar', 'şöyleymiş, böyleymiş', 'bence', 'diye düşünüyorum', 'benim görüşüme göre' gibi sözleri ağzından düşürmemek
cehaleti okuma-yazma bilmemek diye tanımlayanlar hata etmektedir. köyde doğup büyüdüğü ve -deyim yerindeyse- mektep-medrese görmediği halde kendini yetiştirebilmiş insanlar çoktur. diğer taraftan birkaç üniversite bitiren, akademisyen ünvanıyla başkalarına eğitim veren, yurt dışına çıkmış, dil okulunda okumuş, master yapmış, yüksek bir makama gelmiş vb. pek çok insan -bu nitelikler çoğaltılabilir- cehaletten kurtulmayı başaramamıştır. kendilerini münevver, kültürlü, aydın insanlar olarak görseler de pot kırmaları, lüzumsuz konuşmaları ve menfaatlerine uymayan bir durum karşısında sergiledikleri taşkınca hareketler ile, aslında ilim, irfan ve görgü gibi mefhumlardan ne kadar uzakta olduklarını göstermektedirler.
cehaletin ilacı okumaktır ama her bulduğunu okumak insanın hafızasını bilgi çöplüğüne çevirmekten başka bir işe yaramaz.
kişinin hiçbir şey bilmiyorsa bile önce haddini bilmesi gerekir. çünkü çocukta yoksa terbiye, kimse ona mürebbiye olmak istemez.
- her şeyi bildiğini zannetmek
- din, bilim, sanat, tıp, teknoloji, siyaset ve ekonomi başta olmak üzere her konuda uzmanlaşmış olmak (!)
- kendisini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokmak
- bir konuda fikri sorulmadığı halde hemen atlayıp engin tavsiyelerini paylaşmak (!)
- az dinlemek fakat buna mukabil çok konuşmak
- 'öyle diyorlar', 'şöyleymiş, böyleymiş', 'bence', 'diye düşünüyorum', 'benim görüşüme göre' gibi sözleri ağzından düşürmemek
cehaleti okuma-yazma bilmemek diye tanımlayanlar hata etmektedir. köyde doğup büyüdüğü ve -deyim yerindeyse- mektep-medrese görmediği halde kendini yetiştirebilmiş insanlar çoktur. diğer taraftan birkaç üniversite bitiren, akademisyen ünvanıyla başkalarına eğitim veren, yurt dışına çıkmış, dil okulunda okumuş, master yapmış, yüksek bir makama gelmiş vb. pek çok insan -bu nitelikler çoğaltılabilir- cehaletten kurtulmayı başaramamıştır. kendilerini münevver, kültürlü, aydın insanlar olarak görseler de pot kırmaları, lüzumsuz konuşmaları ve menfaatlerine uymayan bir durum karşısında sergiledikleri taşkınca hareketler ile, aslında ilim, irfan ve görgü gibi mefhumlardan ne kadar uzakta olduklarını göstermektedirler.
cehaletin ilacı okumaktır ama her bulduğunu okumak insanın hafızasını bilgi çöplüğüne çevirmekten başka bir işe yaramaz.
kişinin hiçbir şey bilmiyorsa bile önce haddini bilmesi gerekir. çünkü çocukta yoksa terbiye, kimse ona mürebbiye olmak istemez.
kantinde/büfede vs. adını ilk defa duyduğunuz zaman afallamanıza, âdeta kendinizi sorgulamanıza, yaşamınızı gözden geçirmenize (!) yol açan tost türü. 'tost var mı?' diye sorduğunuz zaman 'yengen var' cevabını almak sizin için hiç kolay olmaz. hayatınız gözlerinizin önünden film şeridi gibi geçer. (!) adama dalsanız mı, yoksa usulca oradan uzaklaşsanız mı karar veremezsiniz. fakat onun tostumsu bir şey, -hatta bir şey değil- direkt tost olduğunu anlamanız uzun sürmez. kendisine 'kumru' diyenler de vardır. genç kız rüyası, sandal sefası, babagannuş gibi ilginç yemekler çoktur ve yengen de onların arasındadır. ama bunu da farklı bir noktaya çekecek olursak 'yengen' kelimesinin bilimsel tanımını şöyle yapabiliriz:
- yengen nedir?
- dayınıza veya amcanıza onun eşini göstererek, 'dayı/amca bu kim?' dediğinizde alacağınız cevaptır.
-reis/ağır abi takılan, arkadaş grubunuzda lider olan birini sevgilisiyle beraber gördüğünüzde 'abi bu kim?' diye sorduğunuzda alacağınız cevaptır.
(nedense çoğu kişi bir kızla çıkmaya (!) başladığı zaman önce arkadaşlarına onu yengeleri olarak tanıtır. önce herkese şöyle der: 'bak bu yengen, saygı göster yengene'
işler sarpa sarınca da o sözü: 'defol git çingene' olarak değiştirir.)
- yengen nedir?
- dayınıza veya amcanıza onun eşini göstererek, 'dayı/amca bu kim?' dediğinizde alacağınız cevaptır.
-reis/ağır abi takılan, arkadaş grubunuzda lider olan birini sevgilisiyle beraber gördüğünüzde 'abi bu kim?' diye sorduğunuzda alacağınız cevaptır.
(nedense çoğu kişi bir kızla çıkmaya (!) başladığı zaman önce arkadaşlarına onu yengeleri olarak tanıtır. önce herkese şöyle der: 'bak bu yengen, saygı göster yengene'
işler sarpa sarınca da o sözü: 'defol git çingene' olarak değiştirir.)
biyolojik olarak bakıldığında erkek üreme hücresinin kadın üreme hücresiyle buluşmasına vesile olup gebeliğin gerçekleşmesini sağlayarak doğumun ardından kazanılan statü. mânevi cihetten değerlendirildiğinde ise çocuğun yeme-içme, giyinme ve barınma ihtiyaçlarının yanı sıra onun ruhsal ihtiyaçlarını da karşılama sorumluluğunu kişinin omuzlarına yükleyen ulvî bir rütbedir babalık. baba olmak yalnızca çocuğun cebine harçlık koymaktan, her istediğini almaktan, onu özel okullarda okutmaktan ibaret değildir. bilakis babalık çocuğu hayata hazırlamak, ona örnek olmak, rehberlik etmektir. evler, arabalar, paralar miras bırakmaktan ziyâde güzel ahlâk miras bırakmak, ilim-irfan öğretmek, terbiye vermektir. fakat babalık bir insanı değiştirmediyse, sorumluluk sahibi olmayı öğrenemediyse ona iskele babası denir. iskele babaları çocuğuna şiddet uygular, onun annesine de bunu yapmaktan çekinmez. hatta çocuğunun gözleri önünde onun annesine uyguladığı şiddetle çocuğa psikolojik travma yaşatır. özbeöz evladının vücudunda meydana getirdiği fiziksel yaralar da cabasıdır. bir insan; oğlu bir hata yaptığında 'aferin aslan oğluma' diyerek onu destekliyor, bir kızın hayatını karartmasına 'boşver sana kız mı yok' sözleriyle göz yumuyor ve o ne yaparsa arkasında durarak gaz veriyorsa; kızının kimlerle görüştüğünü merak etmiyor, eve geç gelmesini umursamıyor, gayet rahat tavırlar sergiliyorsa; çocuklarını bir gün olsun karşısına alıp konuşmuyor, ne sıkıntıları veya ne ihtiyaçları olduğunu sormuyorsa nüfus cüzdanında 'baba' olmasının bir önemi yoktur.
baba olmak dünyanın en güzel duygusudur ve yaşanmadan anlaşılmaz evet ancak her çocuk sahibi olan adamın baba olamadığı bir gerçektir. asıl baba ne çocuklarının annesini ne de çocuklarını hiç ihmal etmez. oğlunu adam, kızını pırlanta gibi yetiştirir.
baba olmak dünyanın en güzel duygusudur ve yaşanmadan anlaşılmaz evet ancak her çocuk sahibi olan adamın baba olamadığı bir gerçektir. asıl baba ne çocuklarının annesini ne de çocuklarını hiç ihmal etmez. oğlunu adam, kızını pırlanta gibi yetiştirir.
ilişkinin en büyük temel ihtiyaçlarından. nasıl ki insan hiç su içip yemek yemediğinde ölmesi kaçınılmaz ise, romantizm ile beslenmeyen bir aşkın da bir müddet sonra -deyim yerindeyse- nalları dikmesi kaçınılmazdır. romantizm başlığında böyle hafif âmiyâne bir ifadenin kullanılmış olması şaşırtıcı gelebilir fakat sahip olunan değişik romantizm anlayışları da bir o kadar şaşırtıcıdır. örneğin 14 Şubat'ta karısına inek alan adamın haberini yıllar önce duymuşuzdur. herkesin damak zevki farklı olduğu gibi romantizm zevki de farklıdır. kimilerine göre romantizm lüks bir restorantta hesabı kabarık gelen ve neredeyse kuş sütünün bile eksik olmadığı bir akşam yemeği iken; kimilerine göre romantizm evde mum, şarap ve kadının içinden gelerek, sevgisini katarak hazırladığı yemekler eşliğinde baş başa vakit geçirmektir. bazıları romantizmi spot ışıklarının, disko lambalarının altında, kimileri loş bir yatak odasında, kimileri yüzyıllar önce yazılan aşk romanlarında, kimileri yeni yetme
dizilerde veya -gişe rekorları kırsın veya kırmasın fark etmez- çeşitli sinema filmlerinde arar. bazılarına göre hediye, romantizmin olmazsa olmaz bir parçasıdır. üstelik o hediyenin pahalı olması da önemli bir kriterdir. bazıları da hediyenin olmasını gerekli görür fakat pahalı olma şartını koşmaz; alan kişinin samimiyetini yansıtsın, mânevi bir değeri olsun yeterlidir.
romantizm genelde erkeklerden beklenen ve en çok da erkeklerin riayet etmediğinden şikayet edilen bir aşk kuralıdır. oysa kadın da romantik olmalı, her iki taraf birbirine tatlı sürprizler yapmasını bilmelidir. karşısındakinin romantik olmadığından yakınan bir kişi; 'bu zamana kadar ben onun için ne yaptım? romantizme ilk adımı neden ben atmıyor ve onu teşvik etmiyorum?' sorularını kendine sormalıdır. ilişkide heyecanın korunması romantizme bağlı olup bunun eksikliği bazı komplikasyonlara (!) yol açar. aşkınızın hastalanmasını, komaya girip sizlere ömür olmasını istemiyorsanız romantizm hususuna özen göstermeniz önerilir.
dizilerde veya -gişe rekorları kırsın veya kırmasın fark etmez- çeşitli sinema filmlerinde arar. bazılarına göre hediye, romantizmin olmazsa olmaz bir parçasıdır. üstelik o hediyenin pahalı olması da önemli bir kriterdir. bazıları da hediyenin olmasını gerekli görür fakat pahalı olma şartını koşmaz; alan kişinin samimiyetini yansıtsın, mânevi bir değeri olsun yeterlidir.
romantizm genelde erkeklerden beklenen ve en çok da erkeklerin riayet etmediğinden şikayet edilen bir aşk kuralıdır. oysa kadın da romantik olmalı, her iki taraf birbirine tatlı sürprizler yapmasını bilmelidir. karşısındakinin romantik olmadığından yakınan bir kişi; 'bu zamana kadar ben onun için ne yaptım? romantizme ilk adımı neden ben atmıyor ve onu teşvik etmiyorum?' sorularını kendine sormalıdır. ilişkide heyecanın korunması romantizme bağlı olup bunun eksikliği bazı komplikasyonlara (!) yol açar. aşkınızın hastalanmasını, komaya girip sizlere ömür olmasını istemiyorsanız romantizm hususuna özen göstermeniz önerilir.
alışılagelmiş ayrılık cümlelerinden. bir itiraf gibi görünür ama durumu kurtarma çabasıdır. bir çeşit özeleştiridir, haklılık payı yok değildir. ağız ucuyla da olsa 'sorun bende' demek de bir şeydir; oysa bazıları onu bile yapmaktan acizdir. ilişkiyi bitirmek isterse hiçbir şey söyleme ihtiyacı duymadan bunu tek celsede halleder. gerçi ha sorun bende demiş, ha hiçbir şey söylememiş; eğer yüzüstü bırakıp gidiyorsa aralarında fark yoktur, ikisi de eşittir. hem zaten hayatlar türk filmindeymiş gibi yaşanmamaktadır. 'sorun sende değil bende', 'sen daha iyilerine lâyıksın' gibi klasik cümleler emin olun ki muhatabınızı teğet bile geçmeyecek, hiç mi hiç etkilemeyecektir. bu noktada biraz daha üretici olmak mantıklı bir fikirdir. mesela teknoloji çağında olmamız ve aşkların bile dijitalleşmesi hasebiyle ayrılırken; 'errorler, buglar sende değil bendeymiş, bu ilişkiyi cancel etmemiz gerekiyor, bizi repair falan kurtarmaz, restore olamayız artık, finish olmaktan başka çaremiz yok, aksi takdirde sistemimiz çökecek!' denilebilir. (!) :)
bunca vakadan, ölümden ibret almayan insanların vurdumduymazlığını, bilinçsizliğini yansıtan eylem. ancak onlar bu fiil ile yalnızca kendi sağlıklarını değil başkalarının sağlığını da tehlikeye atmaktadır. üstelik çoğu kişiyi para cezası bile caydırmaya yetmemektedir. maskeyi çenesine indirenler, koluna takanlar, cebinde taşıyanlar, kalitesiz maske kullananlar, bir kullandığı maskeyi tekrar tekrar kullananlar; hepsi aynı yolun yolcularıdır. maskesiz sokağa çıkan insanlara karşı kaba davranmak tasvip edilemez, onların yaptığı çok yanlış olsa da bu; kendilerine hakaret etme veya tokat atma hakkını bize vermez. ancak onları ihbar etmek, daha duyarlı olmalarını sağlamak için üzerimize düşenleri yapmak da bizim görevimizdir. maske takmayan bazı insanların kameraya yakalandıklarında 'sadece bugün takmamıştım onda da yakalandım' demeleri ayrı bir ironidir. bazıları da bunaldığı için maske takmadığını söylemektedir. halbuki coronavirüs daha da bunaltıcıdır, haberi yoktur.
Herkesin hayat felsefesine, edebî zevkine, estetik anlayışına göre değişmekle beraber en çok satanlar listesine girmeyi başarmış, hakkında bir hayli konuşulan, kendisinden sıklıkla alıntı yapılan, içindeki bazı özel sözlerin her yerde kol gezdiği, kısaca sevilen ve övülen eserlerdir. bu çerçevede 2020 yılının en iyi kitabı olarak birçok yapıttan söz edilir. örneğin Dr. Gülseren Budayıcıoğlu'nun kaleme aldığı 'Madalyonun İçi' adlı kitap bunlardandır. Remzi Kitapevi'yle okurlara arz edilen kitaptaki psikolojik betimlemelere hayran kalmamak mümkün değil. Kırmızı Oda gibi senaryosu psikoloji/psikiyatri üzerine kurulu dizilerin popüler olduğu bu devirde; o diziyi kaçırmazken bu kitabı okumamak haksızlık olur. (Tabii ki psikoloji ile psikiyatri arasında ciddi nüansların olduğu unutulmamalıdır.) İşte bu kitabın gizemli dünyası bize her ikisinin de kapılarını aralıyor. kitap 383 sayfa ama muhtemelen onu bitirmeniz çok zamanınızı almayacak. 33. baskısı yapılan kitabın sürükleyici bir anlatımı var ve ilk sayfasından
itibaren hep bir sonraki sayfayı çevirmeniz için sizi zorluyor. Yazarın 'Günahın Üç Rengi: Madalyonun Öteki Yüzü' adlı 286 sayfalık eseri de bu kadar rağbet görmüş durumda. bu kitaptan dinleyeceğiniz hayat hikâyeleri hafızanıza kazınırken, enteresan kişiliklerin birbirinden tuhaf alışkanlıklarıyla ağzınız açık kalacak.
Michael Ende tarafından yazılan 'Momo' adlı eseri de yine bu listeye dâhil etmek mümkündür. çocuk kitabı olmasına rağmen yetişkinleri kendisine çekmeyi başarmasının sırrı nedir derseniz; sanırım bunu okuyarak deneyimlemeniz gerektiği söylenebilir.
Jose Saramago isimli yazara ait olan 'Körlük' adlı kitap da pandemi dönemini yaşamaya devam ederken en çok ilgi gösterdiklerimizden biri oldu. isimsiz bir ülke, isimsiz bir kent; salgınlar, korkular, garip olaylar silsilesi derken bu romanı okurken şaşkınlık duygusunu en üst seviyede yaşayacağınız kesindir. bir felâket bir ülkeyi nasıl çıkmaz bir girdaba sürükleyebilir? sorusunun işlendiği bu kitap, muhakkak Coronavirüs'e daha farklı bir açıdan bakmanızı sağlayacaktır.
Bu arada çoğumuzun adını duyduğu, mâneviyata hitap etme becerisiyle hayrete düşüren Hatice Kübra Tongur'un 'Allah'ım Ben Geldim' kitabı da 2020 yılında okunan en iyi kitap statüsünü hak etmiyor mudur? namaz kılmamak için ileri sürülen bütün bahaneleri kendine has, etkileyici ve insanın tüylerini diken diken edici üslubuyla reddeden yazarın bu kitabı methiyelere gerçekten lâyık değil midir? kitabı okuduktan sonra bu soruya hiç tereddütsüz 'tabii ki de lâyıktır' diye cevap vereceğiniz ve bunu hayatınızda okuduğunuz en güzel kitaplardan biri olarak kabul edeceğiniz şüphesizdir.
yıllara meydan okuyan ve 2020 yılında bile edebiyatın gündeminden düşmeyen Jose Mauro-Şeker Portakalı'nı unutmak mümkün değildir. en çok okunanlar listesindeki yerini koruyan kitabın konusu küçük bir çocuğun şeker portakalı fidanıyla arkadaş olması, ona anlattığı hayalleri, sokak şarkıcısı olduktan sonra başına gelenlerdir. küçük yüreğin büyük dramı sizi elbette hüzünlendirecektir fakat belki gözlerinizden yaşlar gelmesine de engel olamayabilirsiniz.
İlber Ortaylı'nın Bir Ömür Nasıl Yaşanır? kitabında verdiği birbirinden değerli hayat tavsiyelerine kulak vermemek zannediyoruz önemli bir kayıptır. bir ömür nasıl yaşanır'ı okumadan bir ömür nasıl durulur? anlamak zordur.
2020'de okunan en iyi kitap sizin için ne olursa olsun; yapmanız gereken şey bununla iktifâ etmemek, daha iyilerini bulmak için hep okumak, devamlı okumaktır. Okumaktan zarar gelmez fakat okumamak korkunç bir zarardır. 2020'de okuduğunuz ve sizi derinden etkileyen o kitabın yanına yenilerini eklemek, edindiğiniz kazanımları artırmak için 2021'de de okumaya devam etmeniz kendinize yapacağınız çok mühim bir iyiliktir. Çünkü kitap ruhunuzun en önemli ihtiyacıdır.
itibaren hep bir sonraki sayfayı çevirmeniz için sizi zorluyor. Yazarın 'Günahın Üç Rengi: Madalyonun Öteki Yüzü' adlı 286 sayfalık eseri de bu kadar rağbet görmüş durumda. bu kitaptan dinleyeceğiniz hayat hikâyeleri hafızanıza kazınırken, enteresan kişiliklerin birbirinden tuhaf alışkanlıklarıyla ağzınız açık kalacak.
Michael Ende tarafından yazılan 'Momo' adlı eseri de yine bu listeye dâhil etmek mümkündür. çocuk kitabı olmasına rağmen yetişkinleri kendisine çekmeyi başarmasının sırrı nedir derseniz; sanırım bunu okuyarak deneyimlemeniz gerektiği söylenebilir.
Jose Saramago isimli yazara ait olan 'Körlük' adlı kitap da pandemi dönemini yaşamaya devam ederken en çok ilgi gösterdiklerimizden biri oldu. isimsiz bir ülke, isimsiz bir kent; salgınlar, korkular, garip olaylar silsilesi derken bu romanı okurken şaşkınlık duygusunu en üst seviyede yaşayacağınız kesindir. bir felâket bir ülkeyi nasıl çıkmaz bir girdaba sürükleyebilir? sorusunun işlendiği bu kitap, muhakkak Coronavirüs'e daha farklı bir açıdan bakmanızı sağlayacaktır.
Bu arada çoğumuzun adını duyduğu, mâneviyata hitap etme becerisiyle hayrete düşüren Hatice Kübra Tongur'un 'Allah'ım Ben Geldim' kitabı da 2020 yılında okunan en iyi kitap statüsünü hak etmiyor mudur? namaz kılmamak için ileri sürülen bütün bahaneleri kendine has, etkileyici ve insanın tüylerini diken diken edici üslubuyla reddeden yazarın bu kitabı methiyelere gerçekten lâyık değil midir? kitabı okuduktan sonra bu soruya hiç tereddütsüz 'tabii ki de lâyıktır' diye cevap vereceğiniz ve bunu hayatınızda okuduğunuz en güzel kitaplardan biri olarak kabul edeceğiniz şüphesizdir.
yıllara meydan okuyan ve 2020 yılında bile edebiyatın gündeminden düşmeyen Jose Mauro-Şeker Portakalı'nı unutmak mümkün değildir. en çok okunanlar listesindeki yerini koruyan kitabın konusu küçük bir çocuğun şeker portakalı fidanıyla arkadaş olması, ona anlattığı hayalleri, sokak şarkıcısı olduktan sonra başına gelenlerdir. küçük yüreğin büyük dramı sizi elbette hüzünlendirecektir fakat belki gözlerinizden yaşlar gelmesine de engel olamayabilirsiniz.
İlber Ortaylı'nın Bir Ömür Nasıl Yaşanır? kitabında verdiği birbirinden değerli hayat tavsiyelerine kulak vermemek zannediyoruz önemli bir kayıptır. bir ömür nasıl yaşanır'ı okumadan bir ömür nasıl durulur? anlamak zordur.
2020'de okunan en iyi kitap sizin için ne olursa olsun; yapmanız gereken şey bununla iktifâ etmemek, daha iyilerini bulmak için hep okumak, devamlı okumaktır. Okumaktan zarar gelmez fakat okumamak korkunç bir zarardır. 2020'de okuduğunuz ve sizi derinden etkileyen o kitabın yanına yenilerini eklemek, edindiğiniz kazanımları artırmak için 2021'de de okumaya devam etmeniz kendinize yapacağınız çok mühim bir iyiliktir. Çünkü kitap ruhunuzun en önemli ihtiyacıdır.
İstatistiksel verilerin söylediğine göre giderek artan, özellikle yeni evliler arasında cereyan eden ayrılma biçimi. nikahla oluşan bağın sona erdirilmesi anlamına gelen boşanma; genelde çiftleri pek etkilemez fakat olan çocuklara olur. boşanmanın en zor olanı da bir tarafın ayrılmak için gün sayarken diğer tarafın ayrılmamak için direndiği durumda ortaya çıkar. eşi boşanmak istiyor diye onu çocuklarını öldürmekle, kendisini sakat bırakmakla ve hayatını bitirmekle tehdit eden erkeklere göre boşanmak; kadınların sahip olmadığı ve sadece erkeklere özgü bir haktır. bir insan neden boşanmak ister? sorusunun cevabı da tabii ki her çifte göre değişir. dünürlerin evine giderken patates aldığı için yuvası dağılana bile haberlerde şahit olmuşuzdur. insan boşanmak istedi mi bardaktan boşanırcasına bahaneler üretebilir. ama olmuyorsa da zorlamamak ve yolları ayırmak gerekir zira bir insanın sevmediği biriyle ömrünü harcaması kadar acı bir şey yoktur. çoğu kişi elâlem ne der korkusundan veya çocukların psikolojik
olarak etkilenmemesi için boşanmaya cesaret edemez ve hem kendine hem kağıt üzerindeki eşine işkence etmeyi sürdürür. en ufak problemde boşanmayı düşünmek kadar, her gün hır-gür çıktığı, iyi geçindikleri tek bir gün bile olmadığı; karşılıklı sevgi ve saygı tamamen bittiği halde buna rağmen boşanmamakta diretmek de anlamsızdır.
olarak etkilenmemesi için boşanmaya cesaret edemez ve hem kendine hem kağıt üzerindeki eşine işkence etmeyi sürdürür. en ufak problemde boşanmayı düşünmek kadar, her gün hır-gür çıktığı, iyi geçindikleri tek bir gün bile olmadığı; karşılıklı sevgi ve saygı tamamen bittiği halde buna rağmen boşanmamakta diretmek de anlamsızdır.
kısaca, cinsiyet meselesi. kimilerine göre bilek gücü, ağır kaldırma kapasitesi, ettiği küfür sayısı (!), futbol ve arabalar hakkında engin bilgi birikimi, avlanma, balık tutma ve bozulan şeyleri tamir etme becerisi, cinsel performanstır. oysa asıl erkeklik adamlık demektir. vatanı için gözünü kırpmadan savaşmak, vatan uğrunda ölmeyi şeref saymak; kadına el kaldırmamak, her kadının toplumun anası olduğunu unutmamak, çok iyi bir koca, örnek bir baba olabilmek, haksızın karşısında durabilmek, haklıyı savunabilmektir.
erkeklik yalnızca aile bireylerinin ona 'aslan parçası' vb. gibi iltifatlarda bulunmasından, zamanı gelince sünnet olmaktan ibaret değildir. erkeklik bugün birini, yarın ötekini bulma, istediği kızla gönül eğlendirme hakkına sahip olmak hiç değildir. trafikte terör estirmek, ezberlediği ağır abi sözleriyle laf gösterisi yapmak, baklavalarını herkese göstermek, düğünlerde magandalık yapmak, sevdiği kadının hayatına çöreklenip onun -kendisini sevmese bile- kendisinden ayrılmasına izin vermemek, tehditler savurmak, geceleri kafayı bulmak erkeklik değildir.
erkeklik annesine nasıl saygı gösteriyorsa tanımadığı bir kadına da öyle saygı göstermek, her zaman 'bir başkası benim anneme-kızıma-ablama vs. bunu yapsa ne hissederim?' sorusunu sorarak buna göre hareket etmektir. erkeklik ve ağlamak birbirine zıt şeylerdir derler oysa erkekler de ağlar ve hatta zaten ağlamasını bilmeli, ağlamalıdır.
erkeklik serseri olmak, holiganlık yapmak, arbede çıkarmak, insanlara gözdağı vermek değildir. ama erkek dozunda kıskanç olmasını bilmeli, midesi geniş, vurdumduymaz ve namus-şeref gibi hususlarda gevşek bir insan olmamalıdır.
erkeklik yalnızca aile bireylerinin ona 'aslan parçası' vb. gibi iltifatlarda bulunmasından, zamanı gelince sünnet olmaktan ibaret değildir. erkeklik bugün birini, yarın ötekini bulma, istediği kızla gönül eğlendirme hakkına sahip olmak hiç değildir. trafikte terör estirmek, ezberlediği ağır abi sözleriyle laf gösterisi yapmak, baklavalarını herkese göstermek, düğünlerde magandalık yapmak, sevdiği kadının hayatına çöreklenip onun -kendisini sevmese bile- kendisinden ayrılmasına izin vermemek, tehditler savurmak, geceleri kafayı bulmak erkeklik değildir.
erkeklik annesine nasıl saygı gösteriyorsa tanımadığı bir kadına da öyle saygı göstermek, her zaman 'bir başkası benim anneme-kızıma-ablama vs. bunu yapsa ne hissederim?' sorusunu sorarak buna göre hareket etmektir. erkeklik ve ağlamak birbirine zıt şeylerdir derler oysa erkekler de ağlar ve hatta zaten ağlamasını bilmeli, ağlamalıdır.
erkeklik serseri olmak, holiganlık yapmak, arbede çıkarmak, insanlara gözdağı vermek değildir. ama erkek dozunda kıskanç olmasını bilmeli, midesi geniş, vurdumduymaz ve namus-şeref gibi hususlarda gevşek bir insan olmamalıdır.
çoğu insan tarafından birbiriyle özdeşleştirilen iki kavram. kadınlık olmadan annelik olmayacağı doğrudur fakat her kadının da anne olma zorunluluğu yoktur. oysa toplum genelde 30'unu geçtiği halde evlenememiş kişileri evde kalmış olarak nitelendirir ve bu kişilerin yakınları onların adına üzülür. (!) evli olduğu halde çocuk sahibi olmayan veya olamayan kişiler de tamamlanamamış sayılır. (!) genel yargıya göre evlenen herkesin çocuk sahibi olması gerekir. oysa unutulan bir şey vardır: aşk tatlısı meyvesiz de yenir.
kadınlığı ve anneliği de bir arada yürütebilmek meziyettir. yani anneliğini bahane edip kişisel bakımından ödün vermemek, aynı zamanda bir kadın olduğunu unutmamak, kendine zaman ayırabilmek; yahut kadınlığını öne sürerek anneliğini ihmal etmemek, estetik kaygılar yüzünden çocuğunu emzirmekten vazgeçmemek, hamilelikte ve emzirme döneminde çocuğunu düşünerek hareket etmek, yeyip içtiklerine bile bu doğrultuda özen göstermek gibi örnekler buraya uymaktadır.
öte yandan 'istediğimle beraber olurum ama çocuk doğurmama özgürlüğümü de kullanırım' diyerek keyfekeder kürtaj yaptırmamak da buna dahildir.
sonuç olarak kadın, anne olmadan da kadındır. onun anne olmaması kadınlığına, insanlığına halel getirmez. çocuk doğurmadığı veya kız çocuk doğurduğu için kadını aşağılayanlar cehaletin merkezindedir.
kadınlığı ve anneliği de bir arada yürütebilmek meziyettir. yani anneliğini bahane edip kişisel bakımından ödün vermemek, aynı zamanda bir kadın olduğunu unutmamak, kendine zaman ayırabilmek; yahut kadınlığını öne sürerek anneliğini ihmal etmemek, estetik kaygılar yüzünden çocuğunu emzirmekten vazgeçmemek, hamilelikte ve emzirme döneminde çocuğunu düşünerek hareket etmek, yeyip içtiklerine bile bu doğrultuda özen göstermek gibi örnekler buraya uymaktadır.
öte yandan 'istediğimle beraber olurum ama çocuk doğurmama özgürlüğümü de kullanırım' diyerek keyfekeder kürtaj yaptırmamak da buna dahildir.
sonuç olarak kadın, anne olmadan da kadındır. onun anne olmaması kadınlığına, insanlığına halel getirmez. çocuk doğurmadığı veya kız çocuk doğurduğu için kadını aşağılayanlar cehaletin merkezindedir.
utanma nedir bilmeyen, her naneyi yedikleri halde hiç hazımsızlık çekmeyen (!) insanlardır. yüzleri kesinlikle kızarmaz, zira onlarda yüz denen bir şey yoktur. ciltleri, ağız, burun, göz gibi organları vardır evet ama sahip oldukları şey birkaç uzuv ve deriden ibarettir. yüzsüzlüğü rutin haline getirmişlerdir ve her gün îtinayla uygularlar. onlara söylenen hakaretler vız gelir tırıs gider. nasihat masihat zaten onlara işlemez. çelik zırh giymişlerdir ve hiç kimsenin dediklerini geçirmezler. (!) onlar için rezillikte sınır yoktur. kimileri kızına, kardeşine, halasına vs. yan gözle bakar. kimileri rahat rahat başkasının malını çalıp çırpar. bazıları tavuk keser gibi adam öldürüp bir de müge anlı'ya çıkar ve timsah gözyaşları döker. süt kazanında banyo yapanın haberi zaten daha çok yenidir. bu ülke ne kepazeler görmüştür ama hepsi unutulmuştur. bundan sonra da öyle olacağı kesindir ama ar damarı çatlamış insanların soyu kesilmemektedir. umarız bunların ar damarına kan gider de tedavi olurlar. gerçi bazıları
kronik vakadır, tedavisi imkansızdır ama bizim elimizden gelen tek şey bunları kınamak, onlar adına utanmak, yapılanları görüp duydukça sinirlenmek ve bir umut, o kişilerin ıslah olması temennisinde bulunmaktır.
kronik vakadır, tedavisi imkansızdır ama bizim elimizden gelen tek şey bunları kınamak, onlar adına utanmak, yapılanları görüp duydukça sinirlenmek ve bir umut, o kişilerin ıslah olması temennisinde bulunmaktır.
Hayatın her alanında erkek egemenliğini benimsemiş olan kişilerin sakat düşünce biçimi. Bir erkeğin, erkek tarafından işlenen suçlara karşı böyle düşünmesi tabii ki çok yanlıştır fakat bir kadının bu şekilde bir anlayışa sahip olması daha şaşırtıcıdır. Kendilerini erkeğin kölesi olarak gören ve babam/kocam/abim vs. bunu yaptıysa bir hikmeti (!) vardır diye düşünen kadınlar kendilerine her türlü muamelenin, eziyetin revâ görülmesini baştan kabullenmiş demektir. Onlar erkekliği üstünlük sayar ve 'kız kısmı şöyle yapamaz, böyle diyemez, erkekler dururken kadınların buna hakkı yoktur' gibi fikirleri benimserler. yıl olmuş neredeyse 2021, bu zihniyete sahip kişilerin bir an önce değişmesi temennisiyle.
amele, ezik, paçoz gibi sıfatlarla da tanımlanan insan grubu. kıro denildiğinde akla hemen 'kıroyum ama para bende' sözü gelir. kırolar görünüm, konuşma ve davranış itibariyle diğerlerinden farklıdır. bu tabir görgüsüz, kaba insanlar için kullanılsa da aslında kürtçe anlamı 'oğlum' demektir. bundan dolayı kelimenin böyle kullanımı onlar tarafından hoş görülmez. bir de bunu 'kro' olarak yazanlar vardır ve bence bu da bir kıroluktur. modern kıro olmaya gerek yoktur; 'kıro' kıro diye yazılır, 'kro' şeklindeki kullanım yanlıştır. (dilbilimciliğe soyunmadık ama böyle de bir realite var hani) kırolar başkalarına hava atmayı çok sever, biraz altı altı kaval üstü şeşhane takılır. kendilerine özel bir lehçe geliştirmişlerdir, kıroluk bir sanattır ve kurallarına göre icra edilmelidir. (!) 'bayağı' espriler yapmayı severler, yerlere sümkürmekten ve tükürmekten çekinmezler, kırdıkları yumurta kırkı geçer.
7'den 70'e neredeyse herkesin içinde bulunduğu durum. bu bağımlılık daha çok Instagram, facebook ve whatsapp üçlüsü arasında mekik dokumak, internet gidince sanki çok sevdiği bir yakınının ölüm haberini almış gibi üzülmek (!), telefonsuz uzun süre duramamak şeklinde kendini gösterir. teknoloji bağımlısı insanların çoğu birileriyle konuşurken ona bakmak yerine telefonla oynamayı tercih ettiğinden insan ilişkileri zayıftır. bu kişiler aileleriyle de fazla bir şey paylaşmaz. hepimizin teknolojiye hayatımızın neredeyse her alanında ihtiyacı vardır ancak onun kullanımını abartmak bizi hem fiziksel hem de psikolojik yönden olumsuz etkiler. Oyunların başından kalkmayan çocukların, daha bebekliğinden itibaren tablet, TV, telefon ile büyüyenlerin gelişimi, sosyalleşme becerisi zarar görüyor değil midir? bana kalırsa okullarda 'teknolojinin ideal kullanımı' gibi bir ders okutulmalıdır.
Toplumun bitmek bilmeyen utancı. Her gün haberlerde örneklerini görmekten bıktığımız, çoğu ölümle sonuçlanan, sonuçlanmasa bile kadının hayatını zindana çeviren psikolojik veya fiziksel zararlar bütünü. Şiddet sebepleri kadının yemeğe tuz koymamasından boşanmaak istemesine kadar değişkenlik gösterir ve esasen karakterinde bozukluk, aklında şiddet uygulama fikri olan bir erkek gözünün üstünde kaş olmasını bile bahane ederek kadına saldırabilir. Kendini adam olarak nitelendiren fakat bu kavramla isim benzerliğinden başka bir ilişkisi bulunmayan insanların başvurduğu bu yönteme karşı caydırıcı bir ceza uygulanmamaktadır. Nasıl olsa bir süre yatıp çıkacağından veya hiç yatmadan paçayı sıyıracağından emin olan erkek su içer gibi şiddet uygulamakta ve hem kadının hem de -varsa- onun çocuklarının hayatını kararttıktan sonra hiç pişmanlık duymamaktadır. (Duysa bile kaç yazar? orası ayrıdır.)
damatların da gelinlerin de korkulu rüyası olan, genelde hiçbir şeyi kolay kolay beğenmeyen, sivri dilli ve huysuz akraba çeşidi. (!) Kaynanalar da kendi arasında farklı sınıflara ayrılır. (!) En tehlikeli türleri kızını veya oğlunu eşine karşı kışkırtarak aralarını bozmaya çalışanlardır. Çoğu gelinlerinin ev temizliğine, yaptığı yemeklere vb. kusur bulma alışkanlığını benimsemiştir. Damatlara kök söktüren kaynanalar da tam bir baş belâsı niteliğindedir. Çocuğunun eşiyle gayet iyi anlaşan kayınvalideler yok değildir fakat bunların görülme olasılığı her 100 kaynanada 1'dir. (!) Takribi istatistiksel veriler doğruyu yansıtmayabilir. :) Hele kaynana sizin evde kalıyorsa yandınız demektir.
Gelme buraya kaynana, olmayalım yanyana diyesiniz gelir ama eşinizin hatrına susarsınız. 'Evet anneciğim, tamam anneciğim, buyur anneciğim' diyerek geçiştirirsiniz. Oysa arkadaşlarınızla bir araya gelince arkasından demediğinizi bırakmazsınız, çünkü artık iyice dolmuşsunuzdur.
En kötüsü de kaynananın sizinle beraber tatile gelmesidir!
Son olarak kötü bir espri: Kaynananın elinden kaygana yiyebilirsiniz ama dilinden fırça yememelisiniz. :) :)
Gelme buraya kaynana, olmayalım yanyana diyesiniz gelir ama eşinizin hatrına susarsınız. 'Evet anneciğim, tamam anneciğim, buyur anneciğim' diyerek geçiştirirsiniz. Oysa arkadaşlarınızla bir araya gelince arkasından demediğinizi bırakmazsınız, çünkü artık iyice dolmuşsunuzdur.
En kötüsü de kaynananın sizinle beraber tatile gelmesidir!
Son olarak kötü bir espri: Kaynananın elinden kaygana yiyebilirsiniz ama dilinden fırça yememelisiniz. :) :)
karşısındaki insanı dumura uğratmak, laflarıyla susturmak, cevap veremeyecek hâle getirmek, argo karşılığıyla -oturtmak-. bunu küfür ve hakaret etmeden yapmak yetenek işidir. insanlar genelde 'kapak etmek'ten ağız dolusu sövmeyi anlar. oysa bu 'kapak' etmek değil 'kendi seviyesinin düşüklüğünü ispat' etmektir. övgü de yergi de ölçülü olmalıdır. ikisi de ince iştir ve överken göklere çıkarmak, eleştirirken yerin dibine sokmak âdil değildir. her insanın olumlu ve olumsuz yönleri vardır. methetmek de tenkid etmek de muvazeneli olmalıdır. muhatabımızı kapak etmek istiyorsak bunu gizli mesaj içeren, hani pat diye söylemeyip de inceden inceden dokunduran iğneleyici sözlerle yapmalıyız. edebiyatımız iyiyse tariz, kinaye vb. sanatları hakkındaki bilgimiz işte böyle durumlarda devreye girer. yok edebiyatımız kötüyse; sağdan soldan bulduğumuz kapak sözlerle durumu kurtarmaya çalışırız. bir de iki kişi ağız dalaşı yaparken onları büyük bir zevkle izleyen insanların tezahürat yapmaları, biri birine laf atınca 'oooo! gazoz kapağı!' diye kışkırtmaları, iki tarafı gaza getirerek kavgayı kızıştırmaları âdettendir. ama bazıları gerçekten de sadece ağır sözlerden anlıyor, bunu inkâr etmek mümkün değildir. öyleyse onlara, anladıkları dilden konuşmak gerekir.
hoş geldiniz, bilginizle fikirler ve eleştiriler getirdiniz.
eski defterler ile zamanda yolculuk açılıyor. dün, bugün, yarın ve sonsuza değin el değmemiş konularda deneyim ve düşüncelerinizi açıkça paylaşabildiğimiz kronolojik bilgilik, hayata dair ne varsa aklınızdakilere 7/24 tercüman olacak etik çerçevede bir topluluğuz.
üyemiz olarak, zaman makinesi eski defterler'e siz de özgürce yazılar yazmak ve yönetimine katılmak ister misiniz? iletişim: sozluk@eskidefterler.com / +908503022238